Blog

Mart 2025
Biliyorsunuz, “Erkek Sünnetinin Öyküsü” isimli bir kitabım var. (videosu için tıklayabilirsiniz) Bu kitap içerisinde sünnetin nereden çıktığını, dinlerdeki yerini, mitolojik hikayeleri, bilimsel açıdan yararlarını, zararlarını ve dahabirçok bilgiyi, kaynaklarını da göstererek çok detaylı bir şekilde anlatmaya çalışmıştım. Buna rağmen en çok soru hep sünnetle ilgili geliyor. Demek ki insanlar çok okumuyor. O zaman ben sizlere özet çıkarayım.
Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde bu seyirde size, sünnetle ilgili sık sorulan sorulardan birini kitabımdan kesitlerle cevaplamaya çalışacağım.
“Sünnet cinsel aktiviteyi etkiler mi?”
…
Sünnet derisinin özellikli, duyarlılığı yüksek mukoza içermesi ve sünnet edilirken bu sinirlerce yoğun dokunun alınması; koruyucu derinin alınmasıyla penis ucunun hassasiyetinin azalacağı ve daha az sensitif olacağı bu nedenle cinsel hazzın düşeceğini endişe ettiren yayınlar buldum. Ama çoğu sünnetli erkeğin sünnetle ilgili psikolojik travma, cinsel fonksiyon, hassasiyet veya istek azalması gibi sorunları olmadığını belirten yayınlar da mevcuttu. Doğrusu daha önce sünnetin sekse zarar verebileceğini hiç düşünmemiştim.
…
Sünnetin erken boşalmaya neden olduğunu, daha az zevk aldırdığını, sünnet yarası olan penisin iyi hissedemediğini, hatta sünnetli erkeklerin kadın partnerlerinin de daha az zevk aldığını iddia edenler vardı.
…
İstatistiksel olarak anlamlı olabilmesi için aynı zamanlarda sünnet olmuş, aynı çevrede yetişmiş, yetiştirilmiş bir grupla, yine aynı özelliklere sahip sünnetsiz iki grubu karşılaştırmak gerekirdi ki, bu özelliklere sahip grupları bulmak adeta İmkânsızdı. Ancak, bilim adamlarının çeşitli tekniklerle bu problemi çözdüklerini gördüm. Öncelikle sünnetin seksi etkileyip etkilemediği sorusunun cevabına en iyi şekilde sünnetsizken cinsel tatmini yaşamış erişkinlerin, türlü nedenlerle sünnet olmaları sonucunda seks hayatlarında herhangi bir değişiklik olup olmadığını sorgulamak ile ulaşılabilirdi. Nitekim böyle çalışmalar yapılmış ve iddiaların aksine, sünnet sonrası yüksek memnuniyet belirtilmişti. Sünnetin seksüel fonksiyonu kötü yönde etkilemediği sonucuna varılmıştı.
…
Tabii bu çalışmalarda tıbbi nedenlerden ötürü sünnet edilen erkekler yer alıyordu. Belki de bu tıbbi rahatsızlıklar, sünnet sonrası memnuniyet duymamalarının asıl nedenleriydi. Bu durumda, başka çalışmaları da araştırmak gerekti.
Son zamanlarda, HIV ve cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklara karşı belirgin olarak koruyuculuğu olduğu düşünülen sünnetin iyice popüler olmaya başladığını okumuştum. O zaman sadece korunma amacıyla sünnet edilmiş sağlıklı erkekleri içeren bir çalışma bulabilirsem daha çok tatminkâr sonuçlara ulaşabilirdim.
Ve buldum…
Sadece cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak amacıyla sünnet olan sağlıklı, penislerinde problem olmayan, 18-24 yaşları arasında 2 bin 784 erkek üzerinden bir çalışma yapılmıştı. Sonuçta, HIV riskini azaltmak amacıyla yapılan sünnetin erkek seksüel aktivitesini kötü etkilemediği, sünnetli erkeklerde artan penis hassasiyeti ve daha kolay orgazma ulaşım belirtilmişti.
…
Erken boşalma ve sünnet kelimeleriyle arama yapmaya başladığımda yine düzinelerce çalışmayla karşılaştım; 3 bin 980 erkek üzerinde yapılan bir çalışmada sertleşme fonksiyonunda bozukluk, şişmanlık ve depresyonun erken boşalmaya neden olan etkenler arasında olduğu belirtilirken, sünnetin etkisi olmadığı saptanmıştı. Vajen içi boşalma zamanının sorgulandığı bir başka çalışmada yine sünnetin bir etkisi olmadığı bulunmuştu.
… Birbaşka çalışmada doktorlar sünnet sonrası mukozal uzunluk ile erken boşalma arasındaki bağlantıyı araştırmışlardı. Sonuç; sünnet sonrası mukoza uzunluğu ile erken boşalma arasında hiçbir bağlantı olmadığıydı.
…
Yenidoğan sünnetinin, penis hislenmesi üzerine etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada penis başı orta hattında titreme, basınç, uzaysal algılama, sıcak ve soğuk sinirlerin eşik değerleri ölçülmüştü. Gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, sünnetli ve sünnetsiz grup arasında istatistiksel bağlamda anlamlı bir fark olmadığı görülmüştü. Nitekim yakın zamanda penisin his reseptörleri üzerine yapılan histolojik ve anatomik bir araştırmada, sünnet derisinde bulunan Meissner partiüllerinin yaş arttıkça, ergenliğe yaklaştıkça azaldığı ve sünnet derisinin cinsel aktiviteye bir etkisi olmadığı yayınlanmıştı. Yine bir başka çalışmada; erişkin erkeklerde sünnet öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında % 82 oranında sünnet sonrası cinsel ilişki kalitesinin arttığı, % 95 oranında ise penis görünümünün daha iyi olduğu belirtilmişti. İddiaların aksine, sünnet öncesi % 31,8 olan erken boşalma oranı, % 13, 6’ya gerilemişti.
Sistematik bir gözden geçirme makalesinde 36 tane ciddi bilimsel yazı iyice irdelenmiş ve sünnetin cinsel uyarı, hassasiyet, haz ve tatminde azalmaya neden olmadığı belirtilmişti.
Bütün bu çalışmalar, sünnet karşıtı grupların tezlerini çürütüyordu. Arada nadiren sünnetin glansta hafif his kaybına neden olabileceğini belirten çalışmalar olsa da, hemen akabinde tam tersi bulguların açıklandığı, sünnetin penis hislenmesine etkisi olmadığını bildiren çalışmalar yayımlanmaktaydı.
Kendi bilgilerim doğrultusunda, ön yargıya varmadan mevcut çalışmaların yakın zamanda yapılanların çoğunu gözden geçirdim ve hep bir hata, açık kapı aradım. Çalışmalarda, istatistiksel düzeltmeler güzelce yapılmıştı. Yalnız çoğunun geriye dönük çalışmalar olduğunu fark ettim. Yani, geriye dönük olarak sünnet olduktan sonra farklılıklar sorgulanıyordu. İleriye dönük bir çalışma aradım ve buldum. Erişkin erkekler üzerinde yapılan bir çalışmada, sağlıklı erkeklerde sünnet öncesi cinsel dürtüler, ereksiyonlar, boşalmalar ve genel olarak cinsel tatminler sorgulanmış, aynı erkekler sünnet olduktan 12 hafta sonra, aynı cinsel fonksiyonlar tekrar sorgulanarak karşılaştırılmıştı. Sonuç mu? Yine aynı; sünnetin erkek cinsel fonksiyonu üzerine klinik olarak etkili, kötü bir etkisi bulunmaması yönünde.
Bir başka iddia ise, sünnetli erkeklerin cinsel partnerlerine yeterli olamadıklarıydı, biraz gülünç buldum. Böyle bir iddia nasıl olabilirdi? Günümüzün modern biliminde neye dayandırılarak böyle bir kanıya varılabilir ve bu kadar çok bileşeni olan etkenler ayrıştırılarak, bir tek sünnetin etkisi nasıl ölçülebilirdi? Bu konuyla ilgili modern tıpta herhangi bir çalışma var mıydı? Varsa nasıl yapılmıştı?
Partnerleri HlV’den korunmak için sünnet olan 455 kadınla görüşmeler yapılarak, sünnet öncesi ve sonrası farklılıklar sorgulanmış, sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirilmişti. Evet, bu iddiayla ilgili bir çalışma bulmuştum, ama yakın zamanda yapılan bu çalışmada, kadınların % 97,1’i partnerlerinin sünnet sonrası cinsel tatminlerinde bir fark olmadığını veya arttığını ifade etmişti. Çalışma, sünnetin kadın seksüel tatminine negatif etki etmediğini belirterek sona ermişti.
…
Türkiye’den yapılmış bir çalışmada sünnetin bırakın cinsel aktiviteyi kötü etkilemeyi, sosyal anksiyeteyi ortadan kaldırıp kendine güveni artırdığı için cinsel fonksiyon ve tatmin üzerine pozitif etkisi olduğu yayınlanmıştı.
Okuduklarımı şöyle toparlayacak güzel bir çalışma için İnternet’ten yine bakınmaya başladım. Sünnetin, 21. yüzyılda neden gerekli olduğunu toparlayan bir bilimsel yazı elime geçti. Üstelik rutin sünnet uygulanmasının olmadığı, Avustralya’dan yazılmıştı.
Okumaya başladım:
“Erkeklerin sünneti değişik enfeksiyonlara, olumsuz tıbbi durumlara ve hayat boyu ölümcül olabilecek hastalıklara karşı cerrahi bir aşıyı temsil etmektedir, ayrıca cinsel partnerlerini de korumaktadır… Sünnetin sosyoekonomik yararları vardır ve yaşla olan seksüel problemleri azaltır. Penis hassasiyeti, fonksiyonu ya da cinsel uyarılma esnasında duygulanmada olumsuz etkisi yoktur. Verilen tatmin edici epidemiyolojik kanıt ve biyolojik destek ile rutin sünnet tüm sağlık çalışanları tarafından önerilmelidir.”
…
Buraya kadar okuduğum çalışmaların hepsini kitapta tek tek numaralandırarak kaynaklar bölümünde yazdım. Merak ederseniz, veya daha çok okumak isterseniz “Erkek Sünnetinin Öyküsü” kitabından faydalanabilirsiniz.
Bütün bu yazdıklarımdan benim bir sünnet taraftarı olduğumu düşünmeyin lütfen. Size objektif bir bilim adamı gözlüğüyle, bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerden alıntılar yaptım. Kişisel görüşlerimi daha önce bir çok yazımda, videomda sizlerle paylaşmıştım. Ben sünnetin medikal bir gereklilik olduğunu düşünmüyorum. Her erkek sünnet olmak zorunda değil. Düzgün bir hijyenik bakımla sünnetin tüm avantajlarına sahip olunabilir. Ama çocuk güzel ülkemiz gibi gelenek ve göreneklerin, mahalle baskısının yüksel olduğu bir yerde yaşayacaksa çok da şansı yok…
Bu seyrimizi de böyle bitirelim,
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Mart 2025

Şubat 2025
Maalesef yakın zamanda yaşadığımız otel yangını felaketiyle beraber yanıklar tekrar gündeme geldi. Otelde kaybettiğimiz küçük büyük canları rahmetle, sorumluluklarını gerektiği şekilde yerine getirmeyerek bu kayıplara neden olanları nefretle anarak, bu günkü seyrimizde size cilt yanıklarından bahsetmek istiyorum. Cilt yanıklarını özellikle vurguluyorum. Yani solunumla olan yanıklardan, elektrik yanıklarından ziyade, güncel hayatta sık karşılaştığımız minör yanıklardan, ne yapmak gerektiğinden bahsedeceğim.
İyi seyirler,
Biz sağlıkçıların eğitimimizde çok detaylı olarak öğrendiğimiz yanıklar konusunu biraz filtrelemek en doğrusu olacak. Size hafif yanıklardan, nasıl sınıflandırdığımızdan ve nasıl tedavi edeceğimizden bahsedeceğim. Derin yanıkların tedavisi zaten ancak hastanelerde, yanık merkezlerinde yapılabileceğinden detaylı tıp bilgileriyle sizleri boğmanın anlamı yok.
Yanıklara nasıl müdahale ediliri anlatmadan önce size yanıkları nasıl sınıflandırdığımızı anlatayım.
Farklı, detaylı sınıflamalar mevcut. En basiti: Yüzeyel yanıklar, kısmi kat yanıklar ve tam kat yanıklar. Derimiz katlardan oluşuyor. En üst kat epidermis katı. Onun altında dermis katı var. Dermis katı biraz daha kalınca bir kat ve sinir ve kıl hücreleri bu katın derinlerinde yerleşiyor. Dermis katının altında bolca yağ içeren cilt altı katmanı, onun da altında artık kaslar, tendonlar, kemikler yer alıyor.
Bizim derimizin en üstteki tabakasının adı epidermis demiştik. Eğer sadece bu tabakada yanık oluşursa birinci derece de denilen yüzeyel yanık oluşuyor. Bu tip yanıklarda hafif acı oluyor, cilt bütünlüğü bozulmuyor, yanık bölgenin rengi de pembe veya kırmızı oluyor. Parmakla bastığımızda renk önce beyazlaşıyor, basmayı bıraktığımızda tekrar kırmızı rengine dönüyor. Bül dediğimiz o içi su dolu kabarcıklar gelişmiyor, nedbe dokusu olmadan 3-5 gün içerisinde güzelce iyileşiyorlar. Mesela güneş yanığı buna güzel bir önek.
Kısmi kalınlıktaki yanıklarda, yanık cildin en üstteki epidermis tabakasının altında bulunan dermis tabakasının bir kısmına ulaşıyor. İkinci derece yanık dediğimiz bu yanıklar çok ağrılı oluyorlar, cildin rengi kırmızı oluyor, nemli ve ödemli görünüyor, büller gelişiyor. Bunlarda da yüzeyel yanıklarda olduğu gibi parmakla bastırıldığında renk beyazlaşıyor, basma bırakılınca cilt eski rengini alıyor. Yanık yine aynı tabakanın biraz daha derinine inerse renk kırmızıdan hafif sarıya dönebiliyor, böyle derinlere inmeye başladığında sinirler de zarar görmeye başlayacağından ağrı bir miktar daha az olabiliyor. İyileşme süresi de 3-4 haftayı bulabiliyor. Daha çok sıcak su veya yağ teması gibi durumlarda ortaya çıkan ikinci derece yanıklarında yara dokusu, yani nedbe gelişimi yüksek olasılık.
Üçüncü derece yanıklarda ise epidermis ve dermis tabakaları tam kat yanıyorlar, yanık cilt altı dokuya ulaşıyor. Yanık bölgesi beyaz, kahverengi veya siyah oluyor, kuru, kayış gibi sert bir hal alıyor. Parmakla basmakla renk değişimi filan olmuyor. Tüm sinir uçları yanacağından ağrı olmuyor veya çok az oluyor. Bu derecedeki yanıklar ancak yanık merkezlerinde başka bir bölgeden alınacak cilt ile iyileşebiliyorlar ve ciddi skar / nedbe dokuları oluşuyor. Bu tür yanıklar da daha çok ateş, elektrik çarpması, kimyasal etkenlerle oluşuyor.
Dördüncü derecede ise yanık cilt altı dokusunun da altına, kaslara, tendonlara, kemiklere ulaşıyor. Aklıma yine Kartalkaya’daki otel geldi. Bu tip yanıkların tedavisi tahmin edebileceğiniz gibi, ancak merkezlerde cerrahiyle olabiliyor.
Yanık olursa ne yapacağız?
İlk yapmak gereken üstteki giysilerin, takıların hızlıca çıkarılması, soğutma, temizleme, pansuman yapma, ağrı kesici almak ve tetanoz koruması.
Biraz detaylandırırsak:
Kıyafetler, yüzükler ve benzeri yapışmamış her şey çıkarıldıktan sonra çeşme suyu altında yirmi dk kadar soğutmak gerekiyor. Çok uzun su altında tutmak da cildin maserasyonununa, yani fazla yumuşamasına neden olabiliyor. Kesinlikle buz veya buzlu su uygulanmamalı, keza bunlar acıyı ve doku hasarını artırabiliyorlar. 10-12 derecede soğutulmuş su veya serum fizyolojikle ıslatılmış gazlı bez yanık bölgenin üzerinde bırakılabilir. Bu da bir yol.
Yanık bölgesinin temizlenmesi de su altında soğutulduğunda sağlanmış oluyor. Daha sonraki temizliklerinde Betadin gibi iyotlu dezenfektanlar yara iyileşmesini de yavaşlattıklarından çok önerilmiyorlar. Hafif bir sabunla yıkanabilir. Alkol içermeyen Klorheksidin yıkamaları da yapılabilir.
Bül geliştiği zaman ne yapıyoruz?
İki cm altında olan bülleri patlatmıyoruz, içerisindeki sıvıyı enjektörle çekmeye çalışmıyoruz. Bir iki hafta içerisinde geçmezse yanık derecesi daha fazla olabilir düşüncesiyle doktor tarafından görülmesini öneriyoruz. Sıklıkla o kadar zaman beklemeden patlıyorlar. Patladıkları zaman temizlenmeleri, artık derilerin alınmaları gerekiyor. Hem enfeksiyona neden olabiliyorlar, hem de uygulayacağımız tedavinin alttaki ihtiyacı olan dokuya ulaşmasını engelliyorlar.
O zaman soru geliyor: Bir şey sürmemiz gerekiyor mu?
Basit yüzeyel yanıklarda enfeksiyon nadiren gelişiyor. Onun için güneş yanığı gibi yanıklara bir şey sürmek şart değil. Parfümsüz nemlendirici bir krem sürülebilir. Aloe vera veya bacitracin gibi topikal antibiyotik kullananlar var ama etkinlikleri tamamen ispatlanmış değil.
İkinci derece yanıklarda silverdin gibi gümüş sulfadiazine içeren kremlerin kullanılması çok popüler bir uygulama, halbuki bu kremler yara iyileşmesini yavaşlatıp pansuman yapılma sıklığını artıyorlar ve daha çok acıya neden oluyorlar. Hydrocolloid ve gümüş içeren hazır pansumanların daha etkin oldukları biliniyor. İlginç olarak en eski yara bakım ürünlerinden bal da, evet bildiğimiz baldan bahsediyorum, kullanılabiliyor.
Demek ki yüzeyel, birinci derece yanıklarına pansuman yapmaya gerek yok. ama ikinci derece ve üçüncü derece olanlara pansuman yapmak gerekiyor. Bu pansumanlarda püf nokta, pansuman materyalinin yapışmaması. Önce güzelce sabunlu suyla yıkıyoruz. Sonra antibiyotikli krem sürüp üzerini yapışmayan gazlı bezle veya sadece Bactigrass ile örtüyoruz. Üzerine kuru gazlı bez koyup, sargı beziyle sararak pansumanı bitiriyoruz. El – ayak yanıklarında parmakların ayrı ayrı sarılmaları yapışma ve maserasyonun önlenmesi açısından önemli.
Pansuman değiştirme sıklığı günde bir ile haftada bir arasında değişiyor. Mesela topikal antibiyotik ve yapışmayan gazlı bez kullanımında her gün değiştirmek uygun.
Epitelizasyon başladıktan sonra parfümsüz nemlendirici kremler, Hindistan cevizi yağı, sarı kantaron sürülebilir. Kozmetik maddeler içeren lanolinli kremlerden uzak durulmalı.
Ağrı ve kaşıntı ciddi sorun oluşturuyor. Yanık bölge mümkünse kalp seviyesinin üzerinde tutulmalı. Ağrı için acetaminophene içeren ilaçlar, kaşıntı için antihistaminikler çok işe yarıyor.
Kısaca yanıklardan bahsetmek istedim. En iyisi mümkün olduğunca dikkatli olmaya gayret edelim. Basit yanıkları anlattığım şekilde tedavi edebilirsiniz ama özellikle yanık
-
Derinse, derinin üzerindeki derinin bütünlüğü çok bozulmuşsa,
-
Derinin kuru ve kayış gibi kösele görünümüne dönmesine neden olmuşsa,
-
Yanma sonrasında siyahlaşma gibi renk değişiklikleri varsa,
-
Çapı 8 santimetreden büyükse veya eller, ayaklar, yüz, kasık, kalça veya büyük bir eklemi kaplıyorsa, mutlaka yanık merkezlerine veya tam teşekküllü bir hastaneye başvurmayı unutmayın.
Sevgiyle kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Şubat 2025

Ocak 2025
Daha önceki seyirlerimizde size peniste görülen hipospadias, peygambember sünneti, peniste dönüklük gibi anomalilerden bahsetmiştim. Bu seyirde de doğumsal penis eğriliğinden bahsedeceğim.
İyi seyirler,
Daha anlaşılabilir olmak için önce terminolojiyi netleştirmek istiyorum.
Hipospadias olgularında idrarın çıktığı delik penisin ucunda değil, daha aşağıda yerleşmiş oluyor. Penisin saatin aksi veya aynı yönünde dönmüş olmasına ise “torsiyon”, yani dönüklük deniliyor. Bu tür durumlarda neler yapılaması gerekitğini oldukça detaylı olarak daha önce anlatmıştım. Youtube videolarımdan izleyebilir (peniste dönüklük, peygamber sünneti/hipospadias), veya internet sitemden okuyabilirsiniz (peniste dönüklük, peygamber sünneti/hipospadias). Doğumsal penis eğriliği ise, penisin bir virgül gibi eğri olması. Bu eğrilik aşağı, yukarı veya yanlara doğru olabilir. Eskiden “kordi” olarak tıp literatüründe adı geçiyordu, artık “doğumsal penis eğriliği” terimi kullanılmaya başlandı.
Neden olştuğunu tam olarak bilmiyoruz. Önceden penisin alt yüzünde oluşan fibrotik bantlar suçlanıyordu. Daha sonra, ameliyat esnasında penis alt ve üst yüzeylerinden alınan bantların doku örneklerinin histolojik çalışmalarında her iki yüzey arasındaki dokularda fark olmadığı anlaşıldı. Hatta bu yüzden eskiden kullanılan “kordi” kelimesi, ki fibrotik dokularla eş anlamlı kullanılıyordu, artık kullanılmamaya başlandı. İdrar yolunun az gelişmesi, penisi oluşturan yapıların asimetrik gelişmesi, penis cildindeki anomaliler gibi nedenler ön planda düşünülmeye başlandı.
Bu problemin ne sıklıkta görüldüğü de net değil. Kendi başına izole eğrilik olarak görülebileceği gibi, biraz önce bahsettiğim hipospadias, torsiyon gibi anomalilelere de eşlik edebiliyorlar. Bazen de sünnet derisi problemlerinin yol açtığı eğrilikler olabiliyor. Sonuçta erkek doğanların %4-10 kadarında bir miktar kadar eğrilik olabiliyor.
Peki doğumsal penis eğriliği probleme neden olabilir mi?
Sadece ereksiyon durumunda fark edilen bir problem olduğu için, eğriliğin derecesine göre sorun oluşturuyor. Penis işerken ve cinsel kullanım esnasında erekte olur. Çocuk işerken hedefi tutturamayabilir, idrar akımı yanlış yerlere gidebilir. Normalde ağrısız bir problem olmasına rağmen, yüksek derecede eğrilik varsa ereksiyonda ağrı, rahatsız cinsel ilişki veya karşı partnerinde ağrı gibi problem oluşturabilir, çok fark edilen bir eğrilik varsa kişinin kendine güvenine zarar verebilir.
Nasıl ve ne zaman tedavi edilebilir?
Genel yaklaşım 30 derecenin üzerinde olan eğriliklerin cerrahi olarak düzeltilmesi yönünde. Malesef cerrahiden başka, medikal tedavi seçeneği mevcut değil.
Aslında ergenlik sonrası, cinsel ilişki esnasında asıl problemler ortaya çıksa da, genelde bizlerin önerdiği tedavi dönemi 1-2 yaş sıraları. Çünkü küçükken penisi tamir etmek daha kolay ve penisin erişkinliğe kadar gelişmesi daha orantılı oluyor. Ama küçük yaşta fark edilemediyse, erişkin yaşta da bu ameliyatlar yapılabiliyor. Sadece günübirlik bir cerrahi olarak yaptığımız bu ameliyatın, erişkin yaşta gerek iyileşme süreci gerek cerrahisiyle daha zor olduğunu biliyoruz. Ama asıl bilinmesi gereken, gerçek penis eğriliğinin yaşla beraber geçmeyeceği. Bir erişkin hastalığı olan “Peyroni” hastalığı farklı bir durum. Bu hastalarda skar dokusu ileri yaşlarda penis eğriliği oluşturuyor ve gittikçe kötüleşebiliyor. Çocuklarda bahsettiğimiz “doğumsal penis eğriliği” durumunda ise iyiye veya kötüye gidiş olmuyor.
Özet olarak çocuklarda penis eğriliği fark edildiğinde bir çocuk cerrahisi veya pediatrik üroloji uzmanına danışılmalı, ileri derece eğrilik varsa küçük yaşta cerrahiyle düzeltilmeli.
Bu seyrimizi de sonlandırıyoruz.
Sevgiyle kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ocak, 2025

Aralık 2024
Polikilinik kapısından içeri giren annenin bakışlarından, kucağında tuttuğu bir buçuk yaşındaki çocuğunun hafif solgun yüzünden zaten ne tür bir patolojiyle karşılaşacağımı tahmin ediyorum. Çocuğunun banyosunu yaptırırken annenin eline portakal büyüklüğünde bir sertlik gelmiş. Çocuk doktorlarıyla görüşmüşler, bir karın ultrasonografisi yapılmış ve sol böbrekten kaynaklanan koca bir tümör olduğu anlaşılmış. Bunun üzerine bize yollanan hastanın muayenesinde sol tarafta, dışarıdan bile fark edilebilecek büyüklükte kitlesi mevcut. Tetkikleri sonucunda Wilm’s tümörü teşhisini koyuyoruz. Tümör konseyimizde tartıştıktan sonra ameliyatla kitleyi tamamen çıkarıyoruz. Daha sonra da çocuk onkoloğu meslektaşlarımız kemoterapisini yapıyorlar. Mutlu son.
Bu seyirde size çocuklarda karında ele gelen kitlelerden kısaca bahsetmek istiyorum.
İyi seyirler.
Çocuklarda ele gelen kitleler sıklıkla anneler veya bakıcıları tarafından banyoda çocuk çıplakken veya yazın, üzeri çok kalın kıyafetli değilken, oynarken fark ediliyor. Her zaman altından kötü bir hastalık çıkmasa da, böyle bir durumda mutlaka doktora başvurmak şart. Aslında çok dikkatli anneler, kabız olmuş, zayıf çocuklarda sertleşmiş kakaları bile elleriyle fark edip, gelebiliyorlar. Olsun. Gelin. Zaten kabızlık elle fark edilecek kadar ilerlemişse bizlerden destek almanızda fayda var.
Ama ele gelen kitle sertleşmiş kaka değil de, biraz önce anlattığım gibi daha kötü bir hastalık da olabilir. Bu kötü hastalıklar ele gelen bir kitle şeklinde bulunabileceği gibi, fark edilmezlerse büyüyüp, karnın içerisinde oluşturacakları hacimle kusma, kabızlık, barsak tıkanıklığı, veya ağrı, veya düşme çarpma sonrası kitle içerisine kanamanın oluşturabileceği bulgularla da karşımıza çıkabiliyor.
Her durumda ele gelen karın içi kitleler mutlaka erken, ileri tetkik gerektiriyor.
Wilms tümörü, nöroblastom çocuklarda en sık görülen karın içi tümörler; arkalarından lenfoma, karaciğer tümörleri, over-yumurtalık tümörleri ve bazı yumuşak doku tümörleri geliyor. Biz genelde çocuğun yaşını da göz önünde bulundurarak en sık hangi tür tümörle karşılaşacağımızı tahmin edip, ona göre bir yol izliyoruz. Mesela sütçocuklarında, küçüklerde Wilms ve nöroblastom daha fazla görülürken, daha büyük çocuklara lösemik veya lenfomatöz karaciğer, dalak, lenf nodu büyüklükleri kitle oluşturuyor.
Önce detaylı bir şekilde sorguluyoruz. Kitle ne zaman fark edilmiş, şikayet oluşturuyor mu, büyüyor mu gibi. Böbrekle ilgili bir problem mi, ayırt edebilmek için idrar rengi, sıklığı gibi sorular soruyoruz. Genç kızlarda adet dönemini, olası hamileliği araştırıyoruz. Fizik muayenemizde ele gilen kitleyi değerlendirip, sorularımıza aldığımız cevaplarla bulguları yan yana koyup gerekli tetkiklerimizi istiyoruz. Bazı tümör belirteçleri, kan sayımları, böbrek -karaciğer fonksiyon testleri, ularasonografi… Alacağımız ek bilgilerle gerekirse bilgisayarlı tomografi, MR, PET…
Bütün verileri topladıktan sonra da, tümör konseyimizde hastayı tartışıyor, en doğru yaklaşımı ortaya koymaya çalışıyoruz. Bu konseyde her türlü cerrah, onkolog, radyolog, nükleer tıp uzmanı, radyasyon onkoloğu gibi tümör tedavisinde rol alacak doktorlar bulunuyor.
Bugünkü seyrimizde vermek istedğim mesaj şuydu: Çocuklarınızı sevin, ilgilenin, onlara dokunun, dikkatli ve uyanık olun. Karında ele gelen bir sertlik, kitle, şişlik olması durumunda mutlaka doktorunuza başvurun. Siz doktorunuza gidin, o size gerekirse önemli bir şey olmadığını, basit bir kabızlık olduğunu söylesin. Daha önemli bir durumu atlamaktan iyidir.
Veterinerimin bana söylediklerine benzedi. Köpeğimi bol bol sevmemi, okşamamı söylemişti. Hem sevmek için, hem kendimi hem onu mutlu etmek için, hem de elime gelebilecek patolojileri fark edebilmem için.
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Aralık 2024

Kasım 2024
Önce hemen başlık sorusunun cevabını vereyim: Evet, çocuğunuzun safra kesesinde taş olabilir.
Çocuk Cerrahının Seyir Defteri’nde size çocuklarda görülen safra kesesi taşlarından bahsetmek istiyorum.
Erişkinlerde en sık görülen sindirim sistemi hastalıklarından birinin safra kesesi hastalığı olduğunu biliyoruz. Çocuklarda daha az sıklıkla görülmekle beraber, özellikle karnın sağ üst tarafında ağrı varsa mutlaka akla getirilmesi gerekiyor. Erişkinlerle çocuklar arasında minik farklılıklar var.
Konuyu biraz açayım. Erişkinlerde en fazla görülen safra taşları kolesterol safra taşları. Kolesterol safra, bilirubin, proteinler ve karbonatla birleşip taşlaşıyor. Oysa çocuklarda kolesterol taşları üçüncü sıklıkta görülüyor. Çocuklarda birinci sırada, safranın bazı kalsiyum tuzlarıyla karışmasından kaynaklanan siyah pigment taşları bulunuyor. Bu duruma da en çok bazı kan hastalıkları eşliğinde veya damardan beslenme sonrasında rastlanıyor. Çocuklarda safra kesesi taşlarında ikinci sırada da kalsiyum karbonat taşları var, ki bu erişkinlerde çok nadir.
Yani çocuklarda safra kesesi taşı oluşabilmesi için altta yatan bir neden olması gerekiyor. Mesela kan hastalıkları, karaciğer-safra yolları problemleri, şişmanlık, uzun süreli damardan beslenme, karın cerrahisi, travma, ince barsak çıkarılması, Crohn hastalığı, sepssi ve hamilelik gibi. Ayrıca daha az olmakla beraber, akut böbrek yetmezliği, uzamış açlık süreleri, düşük kalorili beslenme, ve hızlı kilo kaybı da safra kesesinde taş oluşumuna neden olabilir. Bazı antibiyotiklerin kullanımı, bazı genetik hastalıklar da ayrıca nedenler içerisinde.
Bütün bu saydığım nedenlerden dolayı, çocuklarda safra kesesinde taş görülebiliyor ve görülme sıklığı gittikçe artıyor. Tahmini görülme sıklığı %1-2 arası ama tam olarak bilinmiyor çünkü en sık oluşturduğu özelliksiz karın ağrısı şikayeti sıklıkla göz ardı ediliyor. Yine de artan ultrasonografi kullanımı ve büyüyen şişmanlık problemi nedeniyle sıklık gittikçe artıyor. Tabi bazı kan hastalıklarında durum farklı. Mesela orak hücreli anemide görülme sıklığı normal toplumdan fazla. Bu hastalığı olan çocukların 20 yaşına kadar neredeyse yarısında oluşuyor. Zaten çocuklarda görülen safra kesesi taşlarının neredeyse %20-40 kadarı kan hastalığı olan çocuklar.
Ergenlik öncesi kız ve erkeklerde eşit oranda görünürken, ergenlik sonrası kızlarda daha fazla oluyor.
Safra taşlarının çocuklarda neden olabilecekleri problemler aslında erişkinlerden çok farklı değil. Gerçi erişkinlerde %80 kadarı asemptomatikken, bu oran çocuklarda %40’lara düşüyor. Yine de yaklaşık 10 yıl kadar hiç sorun çıkarmıyorlar. Daha sonra kronik karın ağrılarına, mide bulantısı ve kusmalara neden olabiliyorlar. Bazen küçük olanlar safra yoluna düşüp tıkanıklık yapabiliyor, safra kesesinde veya safra yollarında iltihaba neden olabiliyor, pankreatit, hepatit, hatta barsak tıkanıklıkları bile oluşabiliyor. İşte iş bu sorunlar çıkmadan müdahele zamanını iyi organize edebilmekte.
Biraz önce bahsettiğim orak hücreli anemi gibi kan hastalığı varsa cerrahi yapıp, laparoskopik olarak safra kesesinin alınması şart. Diğer durumlarda, problem çıkarmayan safra kesesi taşlarında sadece takiple gerileme görülebiliyor. Çocuklarda ursofalk dediğimiz bir ilaçla oluşabilecek klinik yakınmaların %80 kadar gerileyebileceğini biliyoruz. Ama tam gerileme sadece %7 hastada olabiliyor, bunların da %50’sinde tekrar ediyor. Onun için medikal ilaç tedavisi daha çok cerrahi yapılamayacak veya cerrahi istemeyen çocuklara uygulanabiliyor. Yoksa bu durumun en kesin çözümü cerrahi.
Zor bir ameliyat değil. Genelde 1 günde hastanın taburcu edilebildiği, karına yerleştirdiğimiz bir kamera ve aletler ile yapılan, “laparoskopik kolesistektomi” denilen bir ameliyat. Enteresan olarak yine de %4-5 hastada, safra kesesi alındıktan sonra da karın ağrısı gibi şikayetler görülmeye devam edebiliyor. Yani şikayeti olmayan çocuklarda, kan hastalığı yoksa, cerrahi standart tedavi değil. Ameliyat sonrası olabilecek komplikasyonları da düşününce hastaları iyi seçmek gerekiyor.
En iyisi safra keseinde hiç taş olmaması tabi. Neler yapılabilir?
Yağlı besinlerden uzak durulacak.
Aşırı kilo alımı, şişmanlık engellenecek.
Egzersiz yapılacak. Sadece egzersizin semptom oluşturan safra kesesi taşlarını %20 kadar azalttığı biliniyor.
Bu seyrimizi de böyle bitirelim. Anlattıklarımı youtube kanalında izlemek isterseniz lütfen tıklayın.
Mutlu kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Kasım 2024

Ekim 2024
Daha önceki yazılarımda, youtube videolarımda çocuklarda görülen kasık fıtıkları ile ilgili çok detaylı bilgiler vermiştim. Neden olduğunu açıklayabilmek için grafikler çizmiş, ne zaman ve hangi yöntemlerle tedavi edimesi gerektiğini anlatmıştım. Ancak o kadar çok sık görülen bir problem ki, karşılaştığım soruların ardı arkası kesilmiyor.
Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde size çocuklarda kasık fıtığı ameliyatından sonraki nüks olasılığından kısace bahsetmek istiyorum.
Önce başlık sorusunun cevabını vereyim: Evet, ameliyattan sonra kasık fıtığı nüks edebilir.
Genelde %1 gibi kabul edilen bu nüks oranı bazı durumlarda %24’lere kadar çıkabiliyor. Bu durumlar karın içi basıncın artmasına neden olabilen ventriküloperitoneal şant, kistik fibroz, asit gibi rahatsızlıkları, malnütriyonu, prematüriteyi, testis inişindeki problemleri, yumuşak bağ dokusu hastalıklarını, ve boğulmuş fıtık gibi patolojileri içeriyor.
Bu genel bilgiden sonra sizin için toparladığım bazı makalelerden örnekler vermek istiyorum:
Yaklaşık 10 bin fıtık ameliyatı olmuş çocuk hastayı, ortalama 3.5 yıl takip etmişler ve %1.4 nüks olduğunu bulmuşlar. Nükslerin çoğu, yani %60 kadarı ilk bir yaşta ameliyat olan çocuklarmış. Ve çoğunluğu da ameliyattan sonraki ilk yıl içerisinde nüks etmiş.
Yani bir özet çıkarım oluşturursak ilk bir yaş içerisinde ameliyat olan çocuklarda nüks olma olasılığı 2.5 kat daha fazla, birden fazla hastalığı olan çocuklarda ise olasıklık 5.4 kat daha yüksek.
Bir başka yapılmış çalışmada, size daha önceki videolarda anlattığım laparoskopik fıtık tamiri tekniğinde, hani ciltten geçirilen iğne ile iç kasık halkasının kapatılması tekniği, nüks olasılığı 714 çocukta, 3 yıllık takipte %1 kadar. PIRS denilen bu teknik bu düşük oranlarla güvenli ve etkin olarak bildirilmiş.
2022 yılında Avrupa Çocuk Cerrrahisi Birliği Kanıt ve Kılavuz Komitesinin yayınına göre, özellikle çift taraflı kasık fıtıklarında laparoskopik yöntemin yararlı olduğu, nüks ve komplikasyon oranlarının düşük olduğu belirtilmiş.
Diğer taraftan, Avrupa Çocuk Cerrahisi birliğinin bu yayınına rağmen, 8bin küsür çocuğun çift taraflı ameliyatı sonrası yapılan takiplerinde ilk yıl içerisinde nüks oranı açık ameliyatta %1.5, laparoskopik olanda % 2.8 olarak rapor edilmiş.
Çok fazla rakam verdiğim farkındayım. Hızlıca özetleyeceğim ama son net rakamlsal veri; tek taraflı kasık fıtığı ameliyatlarında sonradan diğer tarafta da fıtık çıkma olasılığı %6 ile 12 arasında değişiyor.
Sonuç olarak, en deneyimli ellerde bile fıtık ameliyatından sonra nüks olasılığı yaklaşık %1 ile 3 arasında değişiyor. Bu olasılık hayatlarının ilk bir yılı içerisinde ameliyat olan çocuklarda daha fazla artıyor. Laparoskopik ve açık fıtık onarımı arasında günümüzde belirgin bir fark saptanmıyor. Laparoskopik tamirin tek artısı klinik olarak tek taraflı fıtığı olanlarda diğer tarafın da fıtık olacak şekilde açık olup olmadığının görülebilmesi.
Bu seyirde size kasık fıtığından sonra nüks görülebileceğini anlatmaya çalıştım. Daha başka olabilecek bir sürü komplikasyon olasılığı var; kanama, enfeksiyon, dikiş reaksiyonu, anesteziye bağlı problemler gibi.
Meslek hayatımın ilk yıllarında bir cerrah abim, büyüğüm, “biz cerrahlar üzerimizde hep ateşten bir gömlekle dolaşırız, ne yaparsan yap bir tarafın değer ve yanar” demişti.
Komplikasyon görmeyen cerrah, ameliyat yapmayan cerrahtır. Tüm çabamız bu olasılığı en aza indirgemek.
Ne demişler: “Kuzuyu güden, kurdu görür.”
Bu seyrimizi böyle bitirelim.
Mutlu kalın,
Ekim 2024
Prof. Dr. Egemen Eroğlu

Eylül 2024
Bir çocuk cerrahı olarak en sevmediğim konunun bu kabızlık konusu olduğunu söyleyebilirim. Belki de pediatristler ve pediatrik gastroenterologlardan seken, zor olgularla biz çocuk cerrahları uğraşmak zorunda kaldığımız için, ya da bir cerrah olarak tedavinin sonucunu hızlıca görmeye alıştığımdan ciddi, kronik kabızlığı olan çocuklarla uğraşmak zor geliyor. Daha önce “Çocuğum neden kabız oldu? Nasıl Tedavi edebilirim?” ve “Kabızlık mı ana fissürden yoksa anal fissür mü kabızlıktan kaynaklanıyor?” başlıklı videolar çekmiştim. Üzerlerine tıklayarak videoları seyredebilir, veya sitemden arama butonuna “kabızlık” yazarak ilgili blogları okuyabilirsiniz.
Çocuk Cerrahının Seyir Defteri’nde bu bölümde size çocuklar kabız kalmasın, bize de zor hastalar gelmesin diye bazı öneriler yazdım.
İyi seyirler,
Çocuk bir sefer kabız kaldı mı tedavi etmek zor oluyor. Çünkü kabız kalınca kaka sertleşiyor, sertleşince çıkarken acıtıyor, acıyınca kakayı tutuyorlar, tutunca daha da sertleşiyor, bu sefer çıkarken daha da acıtıyor… Buyrun size kısır döngü.
Bu kısır döngü olmasın diye 2 önemli önerim var. Birincisi diyet, ikincisi tuvalet alışkanlığı.
Diyet için önerilerim şöyle:
Gündüzleri bol sıvı aldıracaksınız. Sıvı derken en sağlıklı sıvının su olduğunu unutmayın. Ayran ve ılık, ballı veya zeytinyağlı süt de olabilir. Ama kola, fanta, çay, kahve, enerji içeceği gibi gazlı, kafeinli içeceklerden uzak durmak gerekiyor.
Kahvaltıda bol yeşil zeytin, kuru kayısı, ceviz, haşlanmış yumurta, peynir, meyve olabilir. Meyve derken kayısı, erik, armut ve kabuklu elmayı kast ediyorum.
Yağsız et, bulgur pilavı, kepekli makarna, kepekli pirinç, sebze yemekleri, kuru baklagiller (kuru fasülye, nohut, mercimek gibi) önerdiğim yemekler. Genelde fırın, haşlama, ve ızgara yöntemleri daha iyi oluyor.
Süt ve süt ürünlerinde, et/tavuk/balık gibi protein kaynaklarında posa çok olmuyor, onun için beraberinde meyve sebze, kuru baklagiller dengeleyebiliyor.
Her öğünde bolca salata öneriyorum. Çiğ besinler her zaman iyidir.
Kuru kayısı, kuru incir, kuru üzüm, kuru yaban mersini, çiğ badem, çiğ fındık aralarda güzel olur.
Ekmek tüketeceksiniz kepek, çavdar, tam tahıllı, tam buğday ekmekleri dönüşümlü tüketilebilir.
Ama bence en olmazsa olmazı kefir, yoğurt, tarhana, boza, şalgam ve turşu.
Peki neleri tüketmemeli?
Beyaz ekmek, bisküvi, beyaz pirinç pilavı, beyaz makarna, puaça gibi unlu mamüller, hazır paketli gıdalar, işlenmiş et ürünleri; sosis, salam, kızartma, kavurma, sucuk, acı baharatlı yiyecekler, çikolata, pizza, tost, hamburger, patatatesin hiçbir çeşidi; kızarmış, püre, citos, ruffles vs.
Meyvelerden şeftali, muz,kabuksuz elma, havuç da önermiyorum.
Ama unutmayın, bunlar çocuk. Tabi ki çocuğun canı muz çektiyse az bir ısırık, tadımlık verilebilir; veya çikolata yemeyecek mi? Bir parça verebilirsiniz. Ama muz istedi diye eline koca bir çikita veya çikolata istedi diye koca bir paket kare çikolata vermeyeceksiniz.
Gelelim tuvalet alışkanlığı önerilerime:
En ama en önemlisi düzenli tuvalete gitme alışkanlığı. Biz yemek yediğimizde, midemize gelen besin, gastrokolik refleksi uyarır. Yani midemize gelen besinle barsaklarımızda bir hareketlenme oluşur. İşte bu refleksi kullanmak gerekiyor. Her gün, sabah ve akşam, mümkün olduğu kadar aynı saatlerde, biraz önce anlattığım diyete uyarak beslenilmesini, yedikten 5 dk sonra da tuvalete oturulmasını tavsiye ediyorum. Kakam yok, şimdi oyun oynayacağım, arkadaşım bekliyor gibi bahaneler yok. Vücut saatini ayarlayıp, bu ritme göre hareket etmek gerekiyor. Düzenli yemek yenecek, 5 dk sonra tuvalete oturulacak.
Tuvalete oturmak da bir sanat. Rahat olmalı, ortam soğuk veya çok sıcak olmamalı, çocuk klozete oturduğunda ayakları mutlaka yere değmeli, tercihan dizler 10-15cm kadar kalçadan daha yüksekte durmalı. Dirsekler dize değebilir ama daha fazla öne eğilmemeli. Bacaklar açık durmalı.
Tuvalete oturduktan sonra da hemen yapmak için ıkınmaya gerek yok. Sabırla, rahat bir şekilde beklendiğinde zaten kaka gelecektir. Birden çıkarmak için çok ıkınılırsa kakanın geçeceği yol istemsizce kapatılıyor aslında. Tekrar ediyorum, rahat bir pozisyonda, sabırla beklemek gerekiyor.
Çocuğun oyuna dalıp bacaklarını çaprazlayarak, topuğunun üzerine oturarak kakasını tutmaya çalışmasına izin vermemek, tuvalete yönlendirmek, cesaretlendirmek gerekiyor.
Son olarak bir iki cümle de çiş ile ilgili söyleyeyim.
Her sabah önce çiş yapmaya gitmeli, okulda 2-3 saat aralıklarla çiş yapmaya gitmesi öğretilmeli. Özellikle erkek çocuklar için, mümkünse oturarak, biraz önce anlattığım şekilde, işemeleri sağlanmalı. Tuvalet ihtiyacı geldiğinde hiçbir şekilde sıkışmayı beklemeden tuvalete gitmenin önemini anlatmak gerekiyor.
Bu seyrimizi de böyle sonlandıralım.
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Eylül 2024

Ağustos 2024
Aslında daha önceki seyirlerde çocuklarda kasık fıtığının neden olduğunu, ne zaman tedavi edilmesi gerektiğini, laparoskopik ve açık yöntemle ameliyat yapılmasının birbirlerine olan üstünlüklerini hep anlatmıştım. Youtube videolarım arasında bulabilir veya web sitemde okuyabilirsiniz (youtube videoları için tıklayabilirsiniz açık mı laparoskopik mi?) (kasık fıtığı hidrosel nedir?). Ancak hala sık karşılaştığım bazı sorulara cevap niteliğinde bu videoyu çekmem gerektiğini düşündüm.
Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde bu seyirde “çocuklarda kasık fıtıkları” hakkında hap bilgiler hazırladım.
Çocuklarda kasık fıtığı cerrahisi biz çocuk cerrahları tarafından en sık yapılan ikinci ameliyat türü. Erişkinlerden biraz daha farklı. Çocuklarda açık kalmış bir kanal var. Bu kanalın içerisine karın içerisindeki organlar girdiğinde çocuğun kasığı ağrılı olarak şişiyor. Erişkinlerde ise Çocuklarda görülen kasık fıtığından birkaç cm daha ortaya doğru olan karın duvarında zayıf olmaya yatkın bir üçgen alan var. O bögede zaman içerisinde gelişen zayıflama fıtık oluşuna neden oluyor. Zaten biz çocuklarda kanalı bağlayarak, genel cerrahlar da sıklıkla zayıf bölgeye yama koyarak fıtıkları tamir ediyoruz.
Tabi şunu unutmamak gerek, tıpta hiçbir şey %100 değil. Yenidoğan bebeklerde genelde %1-3 gibi görülen kasık fıtığı olasılığı, 32 haftadan erken doğanlarda %13-15lere çıkarken, ergenlerde daha az. Buna karşın çocuklarda kasık fıtıklarının neredeyse hepsi, %90 kadarı biraz önce anlattığım açık kalmış kanal şeklindeyken, biz bunlara indirek fıtık diyoruz, ergenlerde erişkin tipi direk fıtık olasılığı göreceli olarak daha artmış oluyor.
Çocuklardaki fıtığa neden olan açık kalmış kanal barsakların giremeyeceği kadar dar, sadece sıvının girip çıkmasına izin verecek kadar açıksa buna su fıtığı, bağlantısı açık hidosel diyoruz. Bunları da fıtık gibi kabul edip ameliyat ediyoruz. Ama bağlantı kapanmış, sadece testis çevresinde sıvı kaldıysa, ki bu yenidoğan bebeklerde çok sık görülür, bağlantısı olmayan hidrosel diyoruz. Bağlantısı olmayan hidrosellere 3 yaştan önce dokunmuyoruz, gerilemelerini bekliyoruz. Gerilemezlerse veya gerilemeyecek kadar büyük, karnın içerisine girecek kadar büyükse ameliyat ediyoruz.
Bu girişten sonra bana gelen bir kaç sorunun cevabı da şöyle:
Hangi çocuklarda kasık fıtığı görülme riski daha fazla?
Erken doğan, erkek çocuklarda, ebeveynlerde kasık fıtığı, inmemiş testis, hidrosel gibi kasık bölgesi sorunları olanlarda, bağ hastalığı olanlarda, kabızlık, kistik fibrozis, v-p şantı gibi karın içi basıncın artmasına neden olan durumların eşlik etmesi halinde fıtık daha fazla görülüyor.
Fıtık ameliyat edilmezse ne olur?
Kanal içerisine giren barsak gibi karın içi organlar kanala sıkışırlarsa, halk arasında “boğulmuş fıtık” denilen hadise gerçekleşmiş olur. Bunu istemeyiz. Onun için fıtığın tamir edilmiş olması gerekiyor. Aksi takdirde sıkışan barsak bölümünün dolaşımı bozulduysa o bölümü çıkarmak, sağlam tarafları birbirine dikmek gibi daha tehlikeli ameliyatlar yapmak zorunda kalabiliriz. Halbuki planlı kasık fıtığı ameliyatı yapması ve ameliyat sonrası süreci son derece kolay bir işlem.
Kasık fıtığı sıkışırsa ne olur, ne yapmak gerekir?
Bu çocuklarda ciddi bir kasık ağrısı ve kasıkta şişlik oluşur. Karında şişlik, gaz, kaka çıkaramama, kusma eklenebilir. Bu durumda önce çocuğu sakinleştirip, ağrı kesici verip elimizle dışarı çıkmış organları yavaşça tekrar kanaldan karın içerisine itmeye çalışıyoruz. İçeri itmeyi becerebilirsek ilk 24-72 saat içerisinde normal ameliyatlarını yapıyoruz. Hiç içeri itmeye uğraşmadan direk ameliyata alıp, laparoskopik olarak düzeltilmesini önerenler de var. Bizim yaklaşımımız hala önce içeri iterek ilerlemek. Ama ateş, kalp atışının hızlanması, çok ciddi ağrı, kasıktaki ciltte kızarma, lökosit sayısının artması gibi sıkışan barsağın kan akımının bozulduğuna dair bulgular varsa acil cerrahiye alınabilir.
Ameliyat sonrası süreç nasıl?
Kasık fıtığı cerrahisi biz çocuk cerrahlarını yormayan ameliyatlardan. Boğulmuş bir fıtıkla uğraşmıyorsak, planlı basit bir olguysa hastanede yatırmadan, aynı gün eve gönderiyoruz. Ama erken doğmuş bir yenidoğan bebekse amesteziden sonra olası soluk almada durma riskine karşı bebeği gözleyebilmek için bir gece yatırmak gerekebilir. İster açık, ister laparoskopik yapalım ameliyat sonrası bakımda farklılık, hareket kısıtlaması gibi durumlar söz konusu değil.
Ameliyat esnasında çocuğun alacağı anestezi çocuğa bir zarar verir mi?
Anestezi insanların komforunu artırmak için ortaya çıkmış bir bilim dalı. Bu soru çok soruluyor. Ama son yapılan yazılar sonucunda, dünyadaki sağlık örgütlerinin kabul ettiği son durum şöyle: Anestezinin çok küçük çocuklarda bir sorun teşkil edip etmediği net bilinmiyor ama yine de, üç yaş altında 3 saatten daha uzun ameliyatlardan mecbur değilsek kaçınmaya çalışıyoruz. Fıtık ameliyatı zaten oldukça kısa süren bir cerrahi.
Kısaca bana sık sorulan sorulara verdiğim yanıtlar bu şekilde. Çocuğunuzun kasığında ara ara olup geçen şişlik görüyorsanız mutlaka bir çocuk cerrahına görünmeniz uygun olacaktır.
Bir sonraki Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde görüşmek üzere,
Mutlu kalın.
Ağustos, 2024

Temmuz 2024