Blog

Nisan 2023
Çocuk Cerrahının Seyir defterinde size yine çok karşılaştığımız bir durumu anlatacağım. Göbek fıtığı. Öyle acayip durumlarla karşılaşıyoruz ki… Göbekte şişlik olduğu için bebeğini kaybedeceğini zanneden gözü yaşlı anneler, ısrarla göbek fıtığı üzerine metal para bağlatanlar, küçücük bebeklerini acil göbek fıtığı ameliyatı olması gerekiyor diye getirenler…
Şu göbek fıtığını kısaca bir de bir çocuk cerrahından dinleyin istedim.
Normalde karın duvarındaki kaslarımızın üzerinde daha sert beyaz bir tabaka var, fasya tabakası. Bütün karın duvarımızda hemen cilt altında olan bu sert tabakanın tam da göbek deliğine gelen bölgesinde, göbek kordonunun geçmesine izin veren bir halka oluyor. Bebek henüz annenin karnındayken, göbek kordonun içerisindeki damarların geçirgenliği için için bu halka açık. Ama doğumdan sonra karın duvarı tabakaları yavaş yavaş bu halkayı kapatmaya başlıyor, sonuçta kapalı, fibröz dokudan oluşan bir alan oluşuyor. Bu kapanma süreci çoğu çocukta beş yaşına kadar devam edebiliyor. Dikkatinizi çekerim, her çocuk demedim, çoğu çocukta 5 yaşından önce kapanıyor.
Göbek halkasının kendiliğinden kapanamadığı, veya kapanamayacağını düşündüğümüz bazı durumlar var. Mesela eğer parmağımızla yaptığımız muayenede fasya halkasının çapının, tekrar ediyorum dışarıda sizin gördüğünüz şişlik değil muayene esnasında hissettiğimiz göbek halkasının çapının 1.5cm’den büyük olması durumunda kendiliğinden kapanma pek olası değil. Bir de bazı yumuşak doku hastalıklarında, Down sendromu, hipotiroidi gibi durumlarda ve karın içi basıncın artacağı periton diyalizi kullanımı olan, asiti olan çocuklarda yine kendiliğinden kapanmayı pek beklemiyoruz.
Göbek fıtıkları sıklıkla aslında görüntü dışında hiçbir şikayete neden olmuyorlar. Daha önceki seyirlerde size anlattığım kasık fıtıklarında gördüğümüz, fıtık boğulması veya şişliğin patlaması gibi durumlar neredeyse hiç olmuyor. Sadece bebek ağlarken, ıkınırken göbekten dışarı fırlayan bir baloncuk oluşuyor, biraz sinir bozucu bir görüntü olduğunu kabul ediyorum.  Ama çoğu kendiliğinden kapandığı için sorun yaratmıyor, tabi göbeğin üst tarafında, orta hatta yer alan epigastrik fıtık dediğimiz patolojilerle karıştırmamak lazım, zira epigastrik veya supragastrik fıtıklar kendiliğinden kapanmazlar.
Peki göbek fıtıklarını ne zaman, neden ameliyat ediyoruz?
Çok nadir olmakla beraber göbek fıtığında boğulma olduysa, yani normalde kolayca içeri giren yumuşak şişlik sertleşmiş ve karın içerisine geri girmiyorsa, fotoğraftaki gibi dev bir göbek fıtığı varsa,
 
ve ilk iki yıl içerisinde herhangi bir küçülme olmuyorsa, çocuk dört yaşına gelmiş ama hala aynı boyutta küçülmeyen göbek fıtığı varsa, biraz önce söylediğim gibi göbek halkasının kapanmasını engelleyecek durumlar eşlik ediyorsa, ve bir de bence önemli bir neden, çocuk çok kafaya takıyorsa, arkadaşları alay ediyorsa devreye biz çocuk cerrahları giriyoruz.
Burada tekrar edeyim, göbek üzerine metal para yapıştırma gibi aksiyonlarda bulunmuyoruz, hem boş yere çocuğun cildine zarar verebilirsiniz, hem de dışarı çıkan fıtık içeriklerinin metal altında sıkışarak zarar görmesine neden olabilirsiniz.
Göbek fıtığının ameliyat süreci nasıl?
Çok kolay. Hastanede yatmasına gerek olmuyor. Ameliyat randevusu saatinde hastaneye geliyorsunuz, ameliyatınızı olup aynı gün eve gönderiliyorsunuz. Ameliyattan sonra pansuman, dikiş alma gibi sıkılacağınız durumlar da yok. Sadece 4-5 gün sonra bir kontrole geliyorsunuz ve işiniz bitiyor.
Tabi sürecin kolay olması her göbek fıtığını ameliyat etmemizi gerektirmiyor. Ancak biraz önce anlattığım şartlar varsa cerrahi gerekiyor.
Bir seyrimizin sonuna daha geldik. Anlattıklarımı youtube kanalımdan izlemek isterseniz tıklayın ve bizi instagramdan takip etmeyi unutmayın.
Mutlu kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Nisan 2023
Mart 2023
Bir önceki seyirde sizlere göbek kordonunun nasıl oluştuğu, yenidoğan göbek kordonuna nasıl bakım yapmak gerektiği, göbek granulomu tedavisi hakkında bilgiler vermiştim. Bu seyirde de sizlere yenidoğan bebeklerde görülebilen göbek infeksiyonunu anlattım.
Doğumdan hemen sonra göbek binlerce mikroorganizma tarafından istila edilmeye başlıyor. Ve aslına bakarsanız canlılığını yitirmeye başlayan göbek kordonu kalıntısı bakterilerin üreyebilmesi için süper uygun bir ortam oluşturuyor. Kordonun içerisinde bulunan damarlar vasıtasıyla da bu bakteriler yenidoğmuş bebeğin kanına karışıp sepsise neden olabilme potansiyeli taşıyorlar.
Göbek kordonu ve çevresindeki dokuların enfeksiyon kapmasına “omfalit” diyoruz. Göbek kordonundan akıntı, çevresindeki dokuda şişlik, hassasiyet, kızarıklık olmasıyla kendisini gösterebiliyor. Neyseki gelişmiş ülkelerde, bizim ülkemizi de bu sınıfa halen sokabiliriz diye düşünüyorum, omfalit görülme sıklığı binde yedi kadar. Ama malesef bazı yerlerde bu oran hastanelerde doğanlarda yüzde sekize, evde doğanlarda da yüzde 22’lere kadar çıkabiliyor. Böyle bölgelerde antiseptik kullanımı omfalit ve omfalite bağlı ölüm olasılığını azaltıyor. Göbek bakımı ile ilgili bir önceki seyirde bilgi vermiştim.
Hangi bebekler göbek infeksiyonu olma riski içeriyor?
Düşük doğum tartısı, uzamış doğum, annenin zarların erken yırtılması, annede enfeksiyon olması, steril olmayan ortamlarda doğum yapılması, göbek kordonuna kateter takılmak zorunda kalınması ve evde doğum omfalit olma riskini artırıyor. Göbek kordonuna düzgün bakım yapılmaması, hala geleneksel kül, tezek sürülmesi gibi uygulamaların yapılması, söylemeye gerek bile yok, zaten enfeksiyona davetiye çıkarıyor . Ne yaparsak yapalım, bebeğin de yatkınlığı olabilir. Mesela bazı bağışıklık sistem yetmezliği durumlarında göbek infeksiyonu riski artıyor.
Ne oluyor göbek infeksiyonu olunca?
Biraz önce bahsettiğim kızarıklık, şişlik, hassasiyet, ateş gibi inflamatuar bulgular eşlik etmiyorsa hafif bir akıntı, hatta hafif bir koku normal. Mesela fotoda gördüğünüz gibi çok göbek danışılıyor. Kordon düştükten sonra oradaki sarımtırak tabaka ve o tabakanın neden olduğu hafif sarımsı akıntı tamamen normal. Ama göbek kordonu etrafında kızarıklık oluşuyorsa enfeksiyon başlıyor olabilir. Göbekteki damarların pıhtılaşmasının gecikmesiyle hafif bir kanama da normal. Ama tekrar ediyorum, halsizlik, huzursuzluk, ateş, iyi beslenememe kötüye işaret.
Göbek infeksiyonu nelere yol açabilir?
En önemlisi bakterilerin kana karışması yani sepsis, sonra damarların ve karaciğere giden portal damarın iltihaplanıp tıkanması, karaciğer abseleri, karın zarının infeksiyonu, barsaklarda problemler, karın duvarının enfeksiyonu, nekrotizan fasit ve ölüm. Ölüm oranı %7-15 gibi oldukça yüksek bir oran. Erkek bebek, evde doğum, erken doğum, ve yüksek ateşi olan bebeklerde gidişat daha kötü.
Nasıl tedavi ediyoruz?
Önce mutlaka akıntıdan kültür alıyoruz. Sistemik bulgular varsa kan ve beyin omurilik sıvısından da örnekleme gerekebiliyor. Tabi ki antibiyotik başlıyoruz. Genellikle 10 gün kadar süren bir tedavi süreci oluyor. Lokal antiseptik ve antibiyotik kremler de verilebiliyor ama etkinlikleri damardan verilen antibiyotikler kadar güçlü değil. Hatta ağızdan bile değil, direk damardan antibiyotik öneriyoruz.
Nekrotizan fasit dediğimiz karın duvarının ciddi enfeksiyonu işin içerisine girerse belirgin yüksek ölüm oranı oluyor. Bu durumda cilt, cilt altı, yağ, ve fasya tabakaları enfekte oluyor.
Fotoğrafta gördüğünüz gibi kızarıklık artık dokuların ölmeye başlamasıyla siyahlığa dönmeye başlıyor. Enfeksiyon ve enflamasyon çok hızlı ilerliyor, yüksek ateş oluyor, kana bakteriler karışıp tüm vücuda yayılıyor, şok tablosu ve akabinde bebeğin kaybedilmesi gerçekleşiyor. Çok hızlı müdahele etmeye çalışıyoruz. Enfeksiyonlu dokuları ameliyatta hızla temizleyip, çok geniş etkili antibiyotikler ve destek tedavisi veriyoruz. Yine de nekrotizan fasit olgularında bebeğin kaybedilme oranları %60-85’lere kadar çıkıyor.
En iyisi bebeklerin temiz ortamlarda, hastanelerde, gerekli eğitimi almış sağlık personeli tarafından doğurtulmalarını sağlayalım, ve büyüklerimizden duyduğumuz geleneksel yöntemler yerine yine doktorlarımız tarafından anlatılan şekilde göbek bakımı yapalım.
Her şey bebekler için.
Anlattıklarımı seyretmek isterseniz lütfen tıklayın.
Bizi instagramda takip edin, ve mutlu kalın.

 

Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Mart 2023
Ocak 2023
Bebek doğuyor. Bir çok insan küçük çocuklara, bebeklere alışık. Ama ilk günlerde göbekten sarkan o ıslak, beyaz-mavi renkli uzantı, yani göbek kordonu çok endişe yaratabiliyor. Size bir çocuk cerrahının gözlüğünden yenidoğan bebeğin göbek kordonunu anlatacağım.
Daha önce ilk embryo döneminde düz, 3 katmanlı bir yapı oluştuğunu anlatmıştım. Bu düz, disk şeklindeki yapı, embryo yaklaşık 1 aylıkken kendi üzerinde içeri kıvrılarak, üç boyutlu bir canlı haline gelmeye başlıyor. İçeri kıvrıldığında karın bölgesi kapanmaya başlıyor ve anneyle bebek arasında, yaklaşık 1.5 cm çaplı bir bağ oluşuyor. Bu bağ bildiğimiz göbek kordonu.
Ceninin içeri doğru kıvrılmasıyla karın içerisine giren yapılardan sindirim sistemi ve ürogenital sistem oluşuyor. Yani barsaklarımız, böbreklerimiz, mesane, genital organlar gibi… Bu da şu anlama geliyor, göbek kordonu ile barsaklar ve idrar yolları arasında bağlantı var. Zamanla barsaklarla olan bağlantı yok olup gidiyor. Mesane ile, yani idrar kesesi ile olan bağlantı da kapanıyor, fibrotik, içi kapalı bir ip halini alıyor. Göbek kordonu içerisinde sadece 2 atar damar, 1 toplar damar ve onları çevreleyen jelimsi destek yapısı kalıyor. İşte biz her yeni doğan bebekte göbek kordonunu kontrol ederken içerisindeki yapıları kontrol ediyoruz. Mesela 2 atar damar yerine 1 atar damar varsa not ediyoruz. Ya da göbek kordonu normalden geniş mi, içerisinde damarlar dışında barsak yapıları var mı, daha mı ince kontrol ediyoruz.
Her şey istediğimiz gibiyse klempi yerleştiriyoruz.
İstediğimiz gibi değilse olabilecekleri başka videoda anlatacağım ki hem video uzamasın, hem de heyecan tek bir videoda bitmesin.
Doğumdan sonra genelde 1 hafta içerisinde bu kordon kullanılmadığı için önce damarlar tıkanıyor, içerisindeki kan pıhtılaşıyor, kuruyor, fagosit dediğimiz hücreler gelip bağlantı noktasını yemeye başlıyor, sonra da düşüyor. Dediğim gibi, ortalama 1 haftada düşüyor ama bir kaç haftaya kadar bu süreç uzayabiliyor.
Göbek düşme süreci içerisinde göbek bakımını nasıl yapacağız?
Bir kere bebeğin nerede doğduğu çok önemli. Hastane dışında, hijyenik şartların çok uygun olmadığı bir yerde doğduysa olası göbek enfeksiyonunu, yani omfaliti engellemek için mutlaka içerisinde klorheksidin içeren bir antiseptikle bakım yapmak gerekiyor. Hala çok az gelişmiş yerlerde kül, gübre, kil gibi maddeler kullanıldığını duyuyoruz. Aman. Hem enfeksiyonu riskini çok artıyor hem de yenidoğan tetanozuna neden olabiliyorlar.
Bebek uygun bir ortamda, hastanede doğduysa hiç endişe edecek bir durum yok. Kuruması zaten doğal bir süreç. Antiseptik, alkol gibi maddeler kullanmanıza hiç gerek yok. Ek bir katkı sağlamadıkları, hatta kuruma sürecini uzattıklarına dair onlarca çalışma var. Demek ki hastanede doğan bebeğimizin göbek kordonunu kuru tutmamız yeterli. Alt bezi kıvırarak göbeğin açıkta kalmasıyla idrar değmesini engelleyebilir, havanın etkileşimiyle daha çabuk kurumasını sağlayabilirsiniz. Eninde sonunda iyice karararacak ve düşecek. Bu ayrılma süreci 3-4 haftaya kadar uzayabiliyor ama daha fazla uzarsa altta yatan bağışıklık sistemi bozuklukları, enfeksiyon veya size anlattığım kaybolması gereken bazı kalıntıların kaybolmaması gibi durumları araştırmamız gerekebiliyor. Mesela lökositlerin yani akyuvarların yapışmasının bozuk olduğu bir tür hastalık kendisini geç göbek bağı ayrılması ve göbek enfeksiyonu ile gösterebiliyor.
Göbek enfeksiyonu konusunu bir başka seyirde biraz daha genişçe anlatacağım.
Göbek düşünce de her şey bitmiyor.
Mesela ebeveynler az miktarda göbek deliğinde oluşan kandan çok korkuyorlar. Halbuki az miktarda, göbek deliğinden taşmayan, hafif bebeğin kıyafetini pisleten kan hiç önemli değil. Kurur, geçer gider. Miktar biraz artar, veya kuruması uzun sürerse belki K Vit aşısını tekrar etmek gerekebilir.
Kordon ayrıldıktan sonra normalde açık kalan yüzey epitel tarafından kapatılır. Hiçbirimizin göbek deliğinin tabanı açık değil. Normal ciltle örtülü. Ayrılma süreci biraz uzarsa, belki hafif bir enflamasyon eklenirse, açıklığı örtmesi gereken cilt biraz geç kalırsa o açıklık üzerinde enflamasyon hücreleri iyice birikmeye başlıyor. Üst üste biniyorlar ve küçük, pembe renkli, parlak bir doku oluşuyor. Bu dokunun ıslaklığı bebeğin kıyafetlerinde sarımtırak bir lekelenmeye neden olabiliyor. Biz bu dokuya “göbek granulomu” diyoruz. Resimde göbek granulomunun nasıl ıslak pembe görünümlü olduğunu fark edebilirsiniz.
Küçük olanları gümüş nitrat ile yok ediyoruz.
 
Fotoda gördüğünüz gibi gümüş nitrat, böyle uzun bir kibrit çöpüne benziyor. Sıklıkla tek uygulama yetmiyor, bir kaç sefer tekrarlamak gerekebiliyor. Gümüş nitrattan başka kullanılan kremler, tuzlar var ama henüz güvenilirlik ve etkinlikleri net değil.
Granulom biraz büyükse, gümüş nitrat yeterli olamayacaksa, biz hemen poliklinikte dibinden bağlayıp çıkarıyoruz. Üst üste binmiş inflamasyon hücreleri sinir içermediğinden bebek bir acı da hissetmiyor.
Eğer gümüş nitrat ile geçmiyorsa, akıntı fazlaysa, alışık olduğumuz granulom dokusuna göre daha sert ve büyükse polip ve diğer patolojiler aklımıza geliyor. Ama onları size gelecek seyirde anlatacağım.
Biliyorsunuz seyir uzun olursa mide bulantısı yapabilir.
Youtube kanalımıza abone olun, instagramdan takip edin.
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ocak 2023
Aralık 2022
Aslında youtube kanalı açtığınızda yorumlar çok önemli. Bir nokta bile konulsa sistem bunu etkileşim olarak algılıyor ve çektiğiniz videonun daha önce kullanıcının karşısına çıkmasını sağlıyor. Bu da haliyle kanalınızın tanılırlığını ve izleyici sayısının, abonelerinizin artmasını sağlıyor. Peki benim yorumlarım niye kapalı?
Çocuk cerrahının seyir defterinde biraz sohbet edelim istedim. 
Pandemi dönemiydi…
Di’li geçmiş zaman kullanmalı mıyım bilemedim. Sonuçta Covid salgını hala var, gerçi bu günlerde RSV ve Inflüenza virüslerinin neden olduğu solunum yolları hastalıkları çok daha fazla ön planda.
Sokağa çıkma yasakları, sadece gerçek acil hastaların hastaneye kabul edilmeleri gibi nedenlerden bir çok insan sağlık hizmetine ulaşmakta zorluk çekti. Kafalarda oluşan sorulara internet ortamında cevap aranmaya başlandı. İşte tam da bu süreçte, pandemi döneminde hastalarımdan çok istek geldi. Sağlık konularıyla ilgili konularda doktor olmayan kişiler bile videolar çekmeye başlamıştı. Malesef internet ortamındaki bu bilgiler hiç değerlendirilmiyor, kontrol edilemiyor, çok yanlışlıklar içerebiliyor veya çok yetersiz kalabiliyor.
Pandemi döneminde, hazır sadece acil hizmeti verirken, bekleyebilecek ameliyatları ertelemişken, bana yapılan bu istek çok makul geldi. Sadece bilgi vermek amaçlı, çok da uzun olmayan, mümkün olduğunca 10 dakinanın altında kalacak videolar çekip, ayda bir yayınlamaya başladım. Elimden geldiği kadar kaynaklarını da veriyorum. Tekrar ediyorum, sadece bilgi vermek amaçlı yapılan bir işlem. Farkındaysanız reklam almak gibi aksiyonlarda da bulunmuyorum. Sonuçta bu kanal para kazanmak veya reklam almak için değil, sadece bilgi vermek amaçlı.
İlk başlarda yorumlar açıktı. Önce tek tük kişisel sorular gelmeye başladı. Elimden geldikçe cevaplamaya çalıştım. Ama inanılmaz bir boyuta ulaştı. Fotoğraf gönderenler, ne yapalım diyenler, diğer doktor arkadaşlarımın verdikleri tedavileri, önerdikleri ameliyatları bana danışanlar… En acayip olanı da mesela çocuğunun hasta olan bir yerinin fotoğrafını çekip yollayıp ne yapalım, ne sürelim, hangi ilacı uygulayalım diye soranlar. Yani benim be sorulara cevap vermem mümkün değil. Bir kere kanunen olmaz. Yanlış bir tedavi verirsem bunun sorumluluğu nasıl olacak? Ya da bir başka doktor meslektaşımın hastayı görüp verdiği bir tedaviyi ben sadece fotoğrafa bakarak eliştirebilir miyim? Etik olur mu?
Önce yorumlara cevap vermemeye başladım. Bu sefer çok komik serzenişler gelmeye başladı. Mesela anlattığım konuyla alakasız bir hastalık için çocuğunun ultrason sonucunu bana gönderen bir anne. Ben cevap yazmayınca “doktor bey size ultrason atmıştım bana cevap yazmadınız” gibi bir mesaj yazabiliyor. Ya da soru işareti, ünlem göndererek taciz ediyor. Yahu ben cevap yazmak zorunda mıyım? Görmediğim bir hastanın sorumluluğunu nasıl alabilirim?
Bir de sünnet videosuna gelen yorumlardan bahsedeyim.
Ne kadar çok sünnet karşıtı insan varmış meğer? Ve bu insanlar kendilerinde, kendileri gibi düşünmeyen insanlara saldırma hakkı olduğunu düşünüyorlar.
Biliyorsunuz Erkek Sünnetinin Öyküsü diye bir kitabım var. Ne kitap içerisinde ne de çektiğim videolarda, yazdığım yazılarda bir sefer bile her erkeğin sünnet olması gerektiğini belirtmedim. Son derece objektif bir şekilde artı ve eksilerini anlattım. Tercih sizlere kalmış. Benim düşüncelerim çok net olarak yazılı ve anlatılmış durumda. Evet ben sünnet yapıyorum. Bu işlem hep yapılacak. Ben yapmazsam, biz çocuk cerrahları, biz doktorlar yapmazsak merdiven altında yapılmaya başlanacak. Böyle bir durum olursa işlemle ilgili görülebilecek problemler de haliyle daha sıklıkta olacak. Ama bu aktivistler böyle saldırgan tutumlarıyla hem belki de haklıyken haksız duruma düşüyorlar, hem de çok kırıcı oluyorlar. Üstelik benim bu konuya verdiğim önemin, zamanın, araştırmaların yüzde birini yapmadan beni eleştirmeye kalkarak komik duruma düşüyorlar. Yazdıkları yazılardan kitabımı okumadıkları, videolarımı seyretmedikleri de çok net anlaşılıyor.  
Ben de yorumları tamamen kapatma kararı aldım. İnstagram hesabımdan gelen mesajlaşma isteklerini de okumuyorum. Dolayısıyla cevap da yazmıyorum.
Bu durumun kötülüğü şu oldu, bana gelen etkileşimlerle sizlerin isiteği doğrultusunda videolar çekiyordum. Artık o etkileşim daha az oluyor. Ama yine de bir şekilde ulaşanların görüşlerini ciddiye alacağımdan emin olabilirsiniz.
Evet hafif dertleşme yaptığımız, sohbetli bir seyir oldu. Gelecek seyrimizde göbek ile ilgili bilgiler vereceğim. Amacım doğru bilgiye ulaşmanızı sağlamak. Her şey çocuklar için.
Mutlu kalın.

Videoyu izlemek isterseniz tıklayabilirsiniz.

Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Aralık 2022
Kasım 2022
Evcil hayvan beslemenin toplum içerisindeki önemini her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Kan basıncını düşürdüğü, kolesterol seviyelerini düşürdüğü, yanlızlık hissini azalttığı, ayrıca egzersiz ve sosyalleşme gibi aktiviteleri arttırdığı artık ıspatlanmış durumda. Ama bunun yanında bazı rahatsızlıklıklardan haberdar olmamız ve hayvan beslemenin getirdiği sorumlulukları bilerek, yerine getirerek hareket etmemiz gerekiyor. Sizlerin isteği doğrultusunda, geçen seyirde söz verdiğim gibi, Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde “kedi tırmığı hastalığı” olarak adlandırdığımız bir rahatsızlıktan bahsedeceğim.
İyi seyirler.
Kedi tırmığı hastalığı kedilerde bulunan bir bakteriden kaynaklanan infeksiyon aslında. Bu hastalığı oluşturan bakteri kedilerde bir hastalığa neden olmuyor. Yani kedi tamamen normal görünüyor. Ama sizi tırmalığınıda, ısırdığında, gözünüzü, ağzınızı veya yaralı cildinizi yaladığında bu bakteri size geçebiliyor. Hastaların %80 kadarını 2-14 yaş arası çocuklar oluşturuyor.
Size kötü bir haber, hepimiz yavru kedi severiz ama daha çok yavru kedilerden bulaşıyor. Çünkü yavru kedilerde kanda bulunma olasılığı daha yüksek.
Bir başka bulaştırma ajanı ise enfeksiyonlu kedilerde bulunan pireler.
Peki ne oluyor?
Eğer infeksiyonlu bir kediyse 3-10 gün içerisinde yaralanmış bölgede küçük bir yumrucuk, sivilce gibi bir lezyon oluşuyor. Ateş, başağrısı, yorgunluk gibi şikayetler ortaya çıkıyor. Ortalama iki hafta kadar sonra tipik olarak yine o bölgeye ait lenf nodlarında şişlik oluşmaya başlıyor. Hani boğaz enfeksiyonu geçirirken boğazımızda küçük, bilye gibi bezeler oluşur ya, onlara lenf bezesi, lenf nodu diyoruz. En çok  da baş boyun ve koltuk altındaki lenf bezelerinde şişlik oluşuyor. Bu şişlikler genelde ağrılı oluyorlar, üzerindeki cilt kırmızı renkte oluyor ve %10-15 kadarında abseleşme olabiliyor. Kedi tırmığı hastalığının neden olduğu lenf bezesi şişlikleri genellikle 1-4 ay içerisinde yavaş yavaş kaybolup gidiyor.
Evet, %85-90 kaybolup gidiyor ama bazen, lenf bezesi şişliğinden 1-6 hafta sonra karaciğer, dalak, gözler, kemikler veya merkezi sinir sistemi de işin içerisine girebiliyor. Böyle durumlarda hayatı tehdit edebilecek bir rahatsızlığa dönüşebiliyor. Gözlerde akıntı, kızarıklık, görme kaybı, bilinç bulanıklığı, oryantasyon bozukluğu, sara nöbetleri, koma ve felç gibi bulgular oluşabiliyor. Özellikle diz, el bileği ve dirsek eklemlerinde artrit, kas ağrısı gibi bulgular ortaya çıkabiliyor.
Genellikle hastanın sorgulanması esnasında daha önce bir kedi tırmalaması hadisesi olduğunu öğrenebiliyoruz. Bazı kan testleri ve görüntüleme yöntemleri ile tanımızı doğruluyoruz. Tipik bulgular varsa lenf bezelerinden biyopsi almaya gerek duymuyoruz. Ama 2-5 gün içerisinde sistemik şikayetlerde gerileme olmaya başlamadıysa, veya lenfoma, tüberküloz gibi başka hastalıklardan şüphe ediyorsak biyopsi alarak gerekli değerlendirmeleri yapıyoruz.
Kedi tırmığı hastalığı bulunan herkese mutlaka antibiyotik tedavisine başlıyoruz. Antibiyotik tedavisi almadan da hastalığın gerileyebileceğini bilmemize rağmen, antibiyotik süreyi kısaltıyor, sistemik hastalık oluşmasını engelleyebiliyor.
En iyi tedavi her zamanki gibi korunmak.
Özellikle tırmalama riski olan kedilerden uzak durmak, kedilerle oynadıktan sonra elleri yıkamak, pire temziliğine önem vermek ve kedi ısırığı-tırmalaması olursa bölgeyi sabun ve bol su ile güzelce yıkamak gerekiyor.
Kedilerden bulaşabilecek hastalıklardan korunmak için kedi sevmeyin demiyorum. Bu zevkten mahrum etmemek lazım kendimizi de, çocuklarımızı da. Ama bazı kurallara uyarak hareket etmeliyiz. Aslında bunlar çok basit:
Düzenli veteriner kontrolü
Düzenli aşılama
Düzenli pire ve kene gibi dış parazit kontrolü ve aşılaması
Düzgün mamayla besleme (çiğ et, çiğ yumurta, çöp, dışkı yemelerine izin vermemek lazım)
Kedinin tırnaklarının düzenli kesilmesi
Kedi kumu, çöpü temizliğinin ardından ellerin güzel yıkanması
Kedi mamaları ile insan yemeklerinin aynı yerde saklamamak
Evet, bir seyrimizin daha sonuna geldik. Anlattıklarımı seyretmek isterseniz lütfen tıklayın.
Bol bol evcil hayvan sevin ve mutlu kalın. Unutmayın aslında onlar insanlardan daha az zararlı.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Kasım 2022
Ekim 2022
Gandhi “Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir” diyor. Çevrede o kadar çok bakımsız, evden atılmış köpek veya kedi var ki. Ve bu hayvancıklar o kadar korunmasız, aciz ve zavallı durumdalar ki…. Malesef bazen istemeden de olsa insanlara zarar verebiliyorlar.
Çocuk cerrahının seyir defterinde size kedi ve köpek ısırmalarını, ne yapmak gerektiğini ve nasıl korunabileceğimizi anlatacağım. Ama önce günümüzde adaletten iyice uzaklaşan ülkemizde, Hz. Ali’nin bir sözünü hatırlatayım: “Yırtıcı ve obur bir hayvan, adaletten uzak bir hakimden iyidir.”
İstatistiklere göre Kuzey Amerika’da senede 2-5 milyon hayvan ısırığı vakası olduğunu, yıllık acile başvuruların %1’inin bu nedenden kaynaklandığını biliyor muydunuz?
Isırık olgularının %90’ı da köpek ısırıkları, ve en çok görülen kurbanlar da çocuklar; özellikle 5-9 yaş arası erkek çocukları. Geri kalan ısırık yaralanmalarında ise sorumlu olan hayvan kedi. Ama kurban bu sefer çocuklar değil, tahmin edebileceğimiz üzere, erişkin kadınlar.
Burada hemen kedi köperk ısırıkları arasındaki önemli bir farkı vurgulayayım.
Kedi ısırıklarından sonra enfeksiyon gelişme sıklığı köpek ısırıklarına göre çok daha yüksek. Köpek ısırıklarında sadece %7 kadar enfeksiyon görülürken, kedi ısırıklarında bu oran neredeyse yarı yarıya. Ancak hangi hayvan ısırırsa ısırsın bağışıklık sisteminin düşük olması, el- ayak ısırıkları, ameliyatlı veya hastalıklı bölgelerin ısırıkları, derin delikli veya ezilmeli ısırıklarda ve geç doktora başvurma durumlarında enfeksiyon riski artıyor.
Köpek ısırıkları küçük çocuklarda daha çok baş boyun bölgesinde olurken, daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde uzuvlar ısırılıyor.  Kedi ısırıkları ise daha çok ellerde görülüyor ve kedilerin dişleri ince, sivri, ve uzun olduğundan daha derinlere girip ciddi enfeksiyonlara neden olabiliyor.
Köpek ısırıklarından 24 saat kadar sonra enfeksiyon bulguları ortaya çıkabilirken, kedi ısırıklarından sonra enfeksiyon 12 saat kadar daha kısa sürede ortaya çıkabiliyor. Bu enfeksiyonlar selülit gibi yüzeyel enfeksiyonlar veya eklemlerin, kemiklerin, tendonların da işin içerisine girdiği derin enfeksiyonlar şeklinde olabiliyor.
Enfeksiyon geliştiğini hemen anlayabilirsiniz. Ağrının şiddeti gittikçe artmaya başlar, ateş gibi sistemik enfeksiyon bulguları ortaya çıkar, yaranın çevresindeki kızarıklık, şişlik iyice artar, hatta cilt altında hava oluşabilmesi nedeniyle üzerine bastığınızda çıtır çıtır sesler hissedilebilir.
Bu anlattığım bulgularla hastamız geldiyse önce yaradan kültür için örnekleme alıyoruz. Enfeksiyon düşünmüyorsak ısırık yaralanmalarında rutin kültüre gerek yok. İçeride diş gibi yabancı cisimlerin kaldığını düşünmüyorsak ve eklemlere, kemiklere zarar verebilecek derin ve ezici ısırık yoksa görüntüleme de yapmaya gerek duymuyoruz.
Kedi köpek ısırıklarında ne yapmak gerekiyor?
Sizin yapmanız gereken mümkünse mutlaka su ve sabunla bolca yarayı yıkamak, varsa betadin gibi antiseptik bir solusyon sürmek. Kanama varsa üzerine bası uygulayarak kanamayı durdurmak. Sonra en yakın hastaneye gitmeniz gerekiyor ki bizler pansumanını yapalım.
Genelde yüzeyel bir yaraysa belki çok açık yırtıkları dikişle yaklaştırabiliyoruz ama özellikle derin ısırıklarda, kedi ısırıklarında, el-ayak ısırıklarında, yani enfeksiyon gelişmesi çok daha yüksek durumlarda dokunun kendi kendine iyileşmesini tercih ediyoruz. Ama yüz ısırıklarında her durumda dikiş atmak gerekebiliyor.
Biz bütün hastalarımıza mutlaka antibiyotik başlıyoruz. Gerçi yapılan bir çalışmada koruyucu antibiyotiğin sadece el ısırıklarında işe yaradığı ortaya çıkmış ama genel yaklaşım tüm ısırıklara vermek yönünde.
Doktora görünmenizin bir diğer nedeni de aşı olmanız. Isırık yaralanmaları tetanoza neden olabilir. Her hastaya mutlaka tetanoz aşısı yapıyoruz. Bilinen bir hayvan tarafından yapılan yüzeyel ısırıklarda, eğer hayvan elinizin altındaysa, su ve sabunla güzel yıkadıysanız kuduz aşısı beklenebilir. Ama aksi durumlarda mutlaka kuduz aşısı da yapmak gerekiyor. Zaten doktorunuz sizi yönlendirecektir.
Bir de herşey bittikten sonra unutmamanız gereken çok önemli bir konu, çocuğunuzda post-travmatik stres gelişebileceği. Gerekli yardımı mutlaka aldırmalısınız.
En güzeli hiç ısırılmamak. Ne yapmak gerekli? Yıllardır hayvanlarla iç içe birisi olarak size saldırmaya kalkan bir köpekle karşılaşırsanız yapmanız gerekenlerle ilgili bir kaç tüyo vereyim.
Köpekler harekete duyarlıdırlar ve hepsinde bir kovalama içgüdüsü vardır. Onun için panik olmayın ve koşmayın. Zaten köpekten hızlı koşamazsınız. Hareketsiz durun, mümkünse yan durun, ve göz kontağı kurmayın. Elinizde su şişesi gibi bir obje varsa başka bir yere atın ilgisini dağıtın. Elinizde çantanız varsa yere köpekle aranıza koyun, bariyer olarak algılar. Havlamaya devam ediyorsa bağırmadan, gür bir ses tonuyla “hayır”, “çekil” gibi emirler verin.
Ne yaparsanız yapın hırlayarak saldırdıysa en az yaralanmaya neden olmaya çalışacaksınız. Kaçamazsınız. Yüksek bir yere tırmanabilirsiniz. Parmaklarınız korumak için ellerinizi yumruk yapacaksınız. Burnuna, ensesine, boğazına vurmaya çaışabilirsiniz. Çığlık atıp yardım isteyeceksiniz. Boynunuzu ve yüzünüzü mutlaka korumalısınız. Küçük köpekse üzerine ağırlığınızı verip boynuna bastırmaya çalışabilirsiniz.
Bu söylediklerim sizler içindi. Çocuğunuza havlayıp koşan bir köpek görürseniz sadece koşmamasını, korkmamasını söyleyebilirsiniz.
En iyisi tanımadık köpekleri dost yanlısı olduklarından emin olmadan sevmeyin. Sahipli iseler mutlaka önce sahiplerinden izin alın. Yemek yiyen veya uyuyan bir köpeği sevmeye çalışmayın.
Ama kuyruğunu sallayarak size gelmiş, önünüze yatarak veya göbeğini açarak size kendini beğendirmeye çalışan bir köpeği sevgisiz bırakmayın.
Unutmayın sevgi paylaştıkça çoğalır. Hem size, hem de ona iyi gelir.
Bir sonraki seyirde kedi tırmığı hastalığından bahsedeceğim.
Youtube videosundan izlemek isterseniz lütfen tıklayın. Bizi instagramdan takip edin.
Ve mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ekim 2022
Eylül 2022
Kısa bir ara verdikten sonra çocuklarda sık karşılaştığımız cerrahi problemleri anlatmaya devam edelim.  Çocuk Cerrahının Seyir Defteri’nde anlattığım konuların insanlara ulaşması, aydınlatması, yapılan pozitif geri dönüşler beni çok mutlu ediyor.
Bu gün de size çok sık karşılaştığım bir patolojiden bahsedeceğim.  Aslında doğuştan beri var olan, ama bazen küçük olduğu için 3-4 aylığa kadar fark edilemeyebilen, kaşın hemen dış yarısının hemen altında veya üzerinde yerleşmiş, ağrısız, genellikle 1-3 cm boyutlarına, cilt altında, lastik kıvamında kistik bir yapı. Biz çocuk cerrahları görür görmez tanıyı koyabiliyoruz. Dermoid kist. Bazen angular kist olarak da adlandırılabiliyor.
Size dermoid kistin ne olduğunu, ne yapmak gerektiğini anlattım. 
Bizler henüz daha embryo dönemindeyken, önce üç tabaka oluşuyor; ektoderm, mezoderm ve endoderm. En dıştaki organların geliştiği ektoderm tabakasından derimiz, tırnaklarımız, saçlarımız, dişlerimiz gibi yapılarımız gelişiyor. Eğer bu tabakadan oluşan elemanlardan bir kısmı cilt altında bir kesecik içerisinde hapis kalırsa iyi huylu bir cilt gelişimsel anomalisi olan “dermoid kist” oluşuyor. Kese içerisindeki deri elemanları çalışmaya devam ediyor, hapis kalmış salgı bezleri sıvı salgılamaya devam ediyor, kist yavaştan büyüyor.
Doğumsal problemler olmalarına rağmen sadece %40 kadarı doğumda görülüyor, daha sıklıkla yavaşça büyümeye başladıktan sonra çocukluk çağında göze çarpmaya başlıyorlar. Vücudun bir çok yerinde görülebilmekle beraber, en sık, %85 kadarı, baş boyun bölgesinde bulunuyor. Baş boyun bölgesinde de youtube videsoundaki görselde görebileceğiniz gibi, en çok kaşın üçte bir dış kenarında göze çarpıyor. Ancak vücudun herhangi bir yerinde de dermoid kist gelişebilir.
Neden ve nasıl oluştuklarını tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz sadece cilt yapılarının fetal gelişim esnasında cilt altında hapsoldukları. Yani kesecikler içerisinde yağ, epitel hücreleri, kıllar, diş parçaları gibi yapılar bulunuyor. Kız, erkek, yaş, ırk bağlantısı yok. Gerçi beyaz kızlarda biraz daha fazla raporlanmış ama istatiksel anlamı yok. Sonuçta çocukluk çağı kafa derisi tümörlerinin neredeyse %50’sini bunlar oluşturuyor.
Bu lezyonların özellikle orta hatta gelişenlerinde, yani mesela her iki kaş ortasında, burunun hemen üzerinde olanlarında, kafa içerisine doğru da büyüme görülebiliyor. Kafa içerisine veya yerine göre omur ilik içerisine doğru büyüme yapabileceklerini bildiğimizden herhangi bir tedavi işlemine başlamadan önce mutlaka gerekli görüntüleme çalışmalarını yapıyoruz. İğne biopsisi ve iğne ile aspirasyon gibi girişimlerden uzak duruyoruz çünkü enfeksiyon, osteomyelit, beyin absesi, menenjit gibi istenmeyen durumlar oluşabiliyor.
Dermoid kistler yavaş yavaş büyüdüklerinden, enfeksiyon gelişebileceğinden, gittikçe kemik deformitesi, beyin içerisinde kitle oluşturmak gibi sorunlara neden olabileceklerinden, örneklerini youtube videosundaki fotolarda görebileceğiniz gibi, dışındaki keseciği de alacak şekilde tamamen çıkarmayı tercih ediyoruz. Bazen abseleşip kendiliğinden boşalabiliyorlar ama çevrelerindeki kapsülü çıkmazsa tekrar oluşuyorlar. Ne kadar küçükken çıkarırsak cerrahisi o kadar kolay olacak, kalacak yara izi de o kadar küçük olacaktır. Aynı şekilde yumurtalıklarda dermoid kisti varsa laparoskopi yaparak, mümkünse overi, yani yumurtalığı koruyarak çıkarıyoruz. Yumurtalık, over kistlerini başka bir seyirde anlatacağım. Omurilik ile bağlantısı olan, beyin omurilik sıvısının dışarı çıktığı fistül gibi kanalları açık olan dermoid kistler ise beyin cerrahları tarafından değerlendirilip tedavi ediliyorlar.
Eğer beyin içerisine uzanım yoksa, kist tamamen kesesiyle çıkarıldıysa tedavi tamamlanmış oluyor. Patolojide kötü huylu hücre görünme olasılığı çok az. Daha çok dil altı, overler; yani yumurtalıklar, veya karın içerisinde olanlarda kötü huylu hücre olma ihtimali daha yüksek. olabiliyor.
Sonuçta kaşın üçte bir dış tarafında olan şişliklere “dermoid kist” diyoruz. Doğuştan olan bu yapıların enfeksiyon, travma nedeniyle kanama, iltihaplanma, çok büyüyerek lokal problemler oluşturmaya başlamadan uygun bir zamanda, ameliyathanede genel anestezi altında çıkarılmasını öneriyoruz.
Bir seyrimizin daha sonuna geldik.
Eğer beğendiyseniz youtube kanalımıza abone olun, videoyu seyretmek isterseniz tıklayın, bizi instagramda takip edin.
Ve  mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Eylül 2022
Temmuz 2022
Aslında yaz aylarında ara verecektim ama sünnetle ilgili bu kadar çok gelen soruya kayıtsız kalamadım. Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde size sünnetle ilgili kısa, samimi bir yazı yazarak sorularınızı yanıtlamaya çalışacağım. Daha detaylı bilgileri önecen yazdığım yazılarda, çektiğim videolarda, daha da detaylısını “Erkek Sünnetinin Öyküsü” isimli kitabımda bulabilirsiniz.
İyi seyirler.
Yazının içeriğini direk sizlerden gelen sorulara cevap şekllinde organize ediyorum. Onun için akış bazen rotadan çıkabilir. Bu bilgiyi de verdikten sonra en çok karşılaştığım soruyla başlayalım:
Sünnet yapılması gerekli bir cerrahi işlem mi?
Tıbbi olarak yararlarının ispatlandığı durumlar var.
Mesela bakteri ve virüslerin yerleşip üreyebilecekleri bir ortam olan sünnet derisinin oradan uzaklaştırılmasıyla enfeksiyon riski ortadan kalkacak. Cinsel ilişki esnasında travmaya daha açık olan sünnet derisinin olmaması sayesinde tahrişler olmayacak, mikroorganizmalar kendilerine giriş kapısı bulamayacaklar, çoğalamayacaklar, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan bir nebze korunma sağlanmış olacak. Bu konuyla ilgili özellikle AIDS’in daha yaygın olduğu Afrika kıtasında yapılmış onlarca çalışma var. Bazı virüslerin kadınlara geçme riskini azalttığından, sünnetli erkeklerin eşlerinde rahim ağzı kanserinin daha az görüldüğüne dair yazılar var. Gerçi benim okuduklarımda kanımca istatiksel hatalar vardı ama literatürde bahsi geçtiğinden ben de söz etmiş olayım.
Özellikle ilk 1 yaş içerisinde idrar yolları enfeksiyonlarının oluşma riskini azalttığı da biliniyor. Onun için özellikle üriner sistem problemi olan bazı çocuklara sünneti öneriyoruz.
Peki, tüm bu anlattıklarıma bakınca her erkek sünnet olmalı mı? Cevap net. Hayır. Biraz önce saydığım avantajların hepsine düzgün bir hijyenik bakımla, cinsel ilişki esnasında düzgün korunmayla sahip olunabilir.
Sünnet tıbbi açıdan şart değilse neden yapıyoruz?
Ben de çok merak ettim. Hatta bu konuyla ilgili bir sürü araştırma yaptım, dergilerde yayınladım, yazılar yazdım. Son çalışmamızda, bir anket çalışmasıydı, ebeveynlere sorduk. Neden sünnet yaptırdıklarını öğrenmek istedik. En fazla işaretlenen seçenek gelenek ve göreneklerimiz seçeneğiydi. Bu kısa bir yazı olsun istiyorum, çalışmanın detaylarına önceki video ve yazılarımdan ulaşabilirsiniz.
Sünnet yapmaya karar verdik, hangi yaşta yapacağız?
Yenidoğan döneminde yapılan sünnetlerden sonra memnuniyet oranı çok yüksek. Tabi mutlaka bebeklere dokunmayı bilen bir çocuk cerrahı veya çocuk üroloğu tarafından yapılmalı. Yenidoğan döneminin ilk 1 aylık dönem olduğunu hatırlatayım. Daha sonra 1 yaşına kadar sütçocukluğu dönemi başlar. Bu dönemde bebekler çok kilo alırlar ve penis yağın içerisine gömülmeye başlayabilir. Çocuklar emekleme ve yürümeye başladıklarında, yağ dokusu azalmaya başlayacak ve penis yine ortaya çıkacaktır. Demek ki ikinci önerdiğim dönem 1-2 yaş arası. Daha sonra çocuğun kendi cinsel kimliğini öğrenmeye başladığı dönem başlar. Bu dönem yaklaşık 5-6 yaşa kadar sürer. Psikologlar mecbur değilsek bu dönemde yapmamızı istemiyorlar. Biz de onları dinliyoruz ve üçüncü önerdiğimiz dönem 6 yaş ve sonrası oluyor. Tercihan sabah ereksiyonlarının başlamadığı ergenlik öncesi döneme kadar sünnet işinin bitmesinde fayda var.
Bahsettiğim üç dönem içerisinde en çok hangi dönemi tavsiye ediyorum?
Dediğim gibi yenidoğan dönemi. Lokal, sadece krem uygulayarak yapıyoruz. Yapması kolay, bakması kolay. Yaptığımız anketlerde de ebeveynler en çok yenidoğan sünnetlerinden memnun kaldıklarını ifade ediyorlar. İşlemden sonra problem görülme sıklığı da daha az oluyor. Daha sonra mutlaka ameliyathanede genel anestezi altında uyutarak yapıyoruz.
Sünneti tavsiye ediyor muyum?
Neredeyse her gün bu soruyla karşılaşıyorum. Doktor gözlüğüyle sanırım nasıl baktığımı anladınız. Kesinlikle her erkek sünnet olmalıdır demiyorum. Diğer taraftan güzel ülkemizde erkeklerin, din ayrımı yapmaksızın neredeyse hepsi sünnetli. Çocukların da neredeyse hepsi sünnet oluyor. Böyle bir ortamda çocuğun sünnet edilmemesi çok zor. Akran zorbalığının sonuçları kalıcı olabilir. Toplumuzda sünnetin çok önemli bir yeri olduğunu görüyorum. Ve bu sadece İslam diniyle açıklanabilecek bir durum değil, çünlü adı üzerinde, farz değil, sünnet. Bu nedenle Türkiye’de büyüyecek çocuklara sünnet önerilebilir düşündesindeyim.
Bu kısa seyrimizi sonlandıralım. Her gün bana onlarca kez sorulan sorulara hızlıca cevap vermeye çalıştım. Daha detaylı açıklamalar için önceden çektiğim videoları seyredebilir, yazılarımı okuyabilirsiniz.
Bu konuya çok kafa yorup bir de kitap yazmıştım. “Erkek Sünnetinin Öyküsü”. Dini, tarihsel, tıbbi ve psikolojik açılardan sünneti irdelemiştim. Herkesin anlayabileceği bir dilde yazıp, hikayelerle başlayıp, ilgilenenler için konuyu gittikçe derinleştirmiştim. İnternette, heryerde bulabilirsiniz. Bir çok sorunuza cevap bulabileceğinize eminim.
Anlattıklarımı youtube kanalımdan dinlemek isterseniz lütfen tıklayın. Bizi instagramdan takip edin.
Ve mutlu kalın.

 

Prof.Dr.Egemen Eroğlu
Temmuz2022
Haziran 2022
Son seyrimizde size vezikoüreteral reflünün, yani VUR’un, yani idrar reflüsün ne olduğunu, nasıl tanı koyduğumuzu anlatmıştım. Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde bu hastalığı nasıl tedavi ettiğimizi, bu hastalığın seyrini ve olası sonuçlarını anlattım.
Önce iyi haberle başlayayım. Eğer primer idrar reflüsünden bahsediyorsak, yani reflünün nedeni idrar torbası çıkışındaki bir darlık veya işeme bozukluğu gibi nedenlerin yol açtığı mesane içerisindeki basıncın artışından dolayı olmuyorsa, anatomik bir bozukluk yoksa, yani neden sadece daha önce anlattığım mesane duvarı içerisindeki idrar yolunun kısalığından kaynaklanıyorsa, çoğu hastada reflü kendiliğinden kayboluyor. Reflünün derecesi azaldıkça, tanı yaşı küçüldükçe ve özellikle tek taraflıysa bu şans daha yüksek.
Biraz daha detay duymak isterseniz. Küçük dereceli reflülerinin %80’i, orta dereceli olanlarda ise tek taraflı  ve tanı yaşı ikinin altındaysa %70’i kayboluyor. Ama orta dereceli reflüde tanı yaşı beş on gibi yüksek ve çift taraflıysa bu şans sadece %20. İleri dereceli bir kaçak varsa tanı yaşından bağımsız olarak tek taraflı olanlarda %60, çift taraflı olanlarda ise %10 iyileşme görülüyor. Çok ileri derecede reflü varsa gerileme şansı çok çok az, sadece erkek çocuklarda ilk yaş içerisinde %30 kadarında iyileşme olabileceği gözlemleniyor.
O zaman tedavi etmeyelim mi?
Amacımız  tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarını engellemek, böbrek hasarının kötüleşmemesini sağlamak, tedavi-takip protokolünün en etkin şekilde olmasını ayarlamak, mesane-barsak bozukluğu olan çocukları tesbit ve tedavi etmek.
Bu amaç doğdultusunda ilerlemek için ne yapıyoruz?
Bir kere primer VUR hastalarının özellikle düşük dereceli olanlarının gerileyebileceğini biliyoruz. Bu hastaları takip ediyoruz. Takip sürecinde olası enfeksiyon riskini en aza indirmeye çalışıyoruz. Erkek çocuk ise sünnet öneriyoruz. Aslında belki de sünnetin gerekli olduğu nadir endikasyonlardan birisi bu. Aylık idrar tahlilleri ile sürekli kontrolümüz altında olmalarını sağlıyoruz. Henüz daha tuvalet eğitimi almamış çocuklara koruyucu antibiyotik veriyoruz. Yani günde bir sefer, akşamları düşük doz antibiyotik vererek idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskini en aza indirmeye çalışıyoruz.
Bu koruyucu antibiyotik verme işi biraz tartışmalı. Vermeden takip edenler de var. Ama biz hasta küçükse, özellikle geçmişinde ateşli idrar yolu enfeksiyonu varsa, düzgün takip edilemiyorsa, ileri derece reflüsü varsa ve eşlik eden barsak mesane bozukluğu bulguları varsa mutlaka koruyucu antibiyotik ile takip ediyoruz.
Mesane Barsak Bozukluğu bulguları varsa, ki daha çok kızlarda oluyor, hem idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskleri daha fazla oluyor, hem de reflü kendiliğinden geçecekse bile daha uzun sürede geçiyor. Bu çocuklarda idrar kaçırma, çok sık veya çok az küçük tuvaleti yapma, kabızlık, kaka kaçırma, ağrılı işeme, karın ağrısı gibi şikayetler oluyor. Biz de bu şikayetlere yönelik pelvis kas egzersizleri, işemeyi öğretme çalışmaları, biofeedbact terapileri, kabızlık tedavileri, laksatifler, mesane kasılmasını önleyici antikolinerjik ilaçlar kullanıyoruz.
Buraya kadar anlattıklarım aslında daha çok çocuk nefrologları tarafından hallediliyor. Tabi sünnet hariç. İleri derecede reflüsü olan çocuklar 2-3 yaşlarına gelmiş ve reflüleri hala devam ediyorsa, ya da orta derece reflü var ama koruyucu antibiyotiklerini düzgün almayan veya alamayan hastalar varsa, idrar yolu enfeksiyonları geçirmeleri bir türlü engellenemiyorsa o zaman devreye cerrahi tedavi giriyor.
Cerrahi tedavide her zaman olduğu gibi önceliğimiz en az zarar verecek, en az girişim yapmamızı gerektirecek yöntemlerle başlamak.
Sistoskopi dediğimiz, idrar deliğinden sokacağımız bir kamerayla mesane içerisini görüyor, kaçak olam idrar yolu ağzına enjeksiyonla özel bir madde vererek idrarın yukarı kaçmasını engellemeye çalışıyoruz. Başarı sansı %75-90. Başarılı olduklarımızın %20 kadarında tekrar VUR gelişebiliyor ama genel olarak enjeksiyon sonuçlarından çok memnunuz. Eğer başarılı olamazsak, veya VUR’a neden olan belirginbir anatomik bozukluk varsa; idrar yolunun divertikül dediğimiz ceplere açılması gibi, o zaman açık cerrahi yapmamız gerekiyor. Açık cerrahiyle başarı şansımız %95-99.
Farklı cerrahi teknikler mevcut. Mesaneyi açacağımız bir ameliyat yapacaksak tuvalet eğitimini başladığı yaşa kadar beklemeyi, mesanenein sinirsel gelişiminin tamamlanmış olmasını tercih ediyoruz. Bir de her halükarda cerrahi tedavinin de başarısı için mesane barsak bozukluğunun olmaması, varsa da tedavi edilmiş olması gerekiyor. Cerrahi tedaviden sonra ateşli enfeksiyon geçirmiyorsa tekrar voiding grafiler çekerek reflünün geçtiğini ispat etmeye gerek yok. Ama enjeksiyondan sonra rutin tetkik yapanlar da mevcut.
Sonuçta bu hastaların uzun süre takip edilmeleri gerekiyor. Özellikle kız çocuklarının hamilelik döneminde ciddi böbrek enfeksiyonları geçirme riski olduğu unutulmamalı, tüm hastaların büyümeleri, kilo-boy takipleri, kan basınçları, ve olası protein ve bakteri olması açısından idrar tahlilleri sürekli takip edilmeli. Tabi ailelere birinci derece yakınlarında da hipertansiyon, böbrek yetmezliği, artmış VUR riski olduğu bilgisi verilmeli.
Evet. Sık karşılaştığımız, çok karışık gibi görünmese de bazen karar vermekte zorlandığımız bir rahatsızlık. Vezikoüreteral reflü, namı diğer VUR. Neyse ki daha önceki seyirde söylediğim gibi çocuk cerrahı, çocuk üroloğu, çocuk nefroloğu, radyolog ve nükleer tıp doktorlarının aktif katıldığı pediatrik nefroloji-üroloji toplantılarımızda hastalarımızı tek tek tartışarak en doğtu yaklaşımda bulunmaya çalışıyoruz.
Bir seyrimizi daha böylece tamamlayalım. Youtube videosunda seyretmek için lütfen tıklayın. 
Bizi instagramdan takip edin,
Ve mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Haziran 2022
Mayıs 2022
Normal sağlıklı, temiz bakılan bir çocukta idrar yolu enfeksiyonu çok fazla beklenen bir durum değil. Onun için biz hekimler özellikle ateşli idrar yolu enfeksiyonu geçiren bir çocuk varsa mutlaka ultrasonografi ile değerlendirip, eğer beklenmeyen bir sonuç çıkarsa da daha çok üzerine gidip altta yatan nedeni ortaya çıkarmaya çalışırız. Altta yatan neden mesanedeki idrarın yukarı doğru kaçması olabilir. Bu reflü idrar yolu enfeksiyonu esnasında ortaya çıkabileceği gibi, daha bebek anne karnındayken yapılan tetkiklerindeki bulgularla da bize önceden ipucu verebilir.
Size Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde çocuklarda kısaca “VUR” denilen veziko-üreteral reflüyü anlattım. İyi seyirler,
Eğer idrar reflüsü varsa mesanede oluşabilecek bakterili idrar yukarı böbreklere kaçıp ateşli böbrek enfeksiyonlarına, akabinde böbrekte yara dokusu gelişmesine, sonrasında hipertansiyona ve kronik böbrek hastalığına neden olabiliyor. Bu nedenlerden dolayı biz hekimler, çocuk cerrahları, nefrologlar ve çocuk ürologları bu patolojiye ayrı bir önem veriyoruz.
Peki vezikoüreteral reflü neden oluyor? Yani mesanede biriken idrar yukarıya böbreklere neden kaçıyor?
Normalde böbrekten mesaneye idrarı taşıyan “üreter” adını verdiğimiz kanal mesane duvarı içerinde biraz ilerledikten sonra içeriye açılıyor. Böylece mesane, yani sidik torbası, veya idrar torbası idrarla dolup şişmeye başladığında, mesane duvarının içerisinde kanal bölümü mesane kasları arasında sıkışmaya başlıyor ve biriken idrarın yukarı kaçmasını engelliyor. İşte bu mekanizmanın bozulması yukarıya kaçak olmasına neden oluyor.
Bu yukarı kaçağı engelleyen mekanizma nasıl bozulabiliyor?
Ya idrar kanalının mesane duvarı içerisindeki uzunluğu kısa oluyor (ki bunlar zamanla uzama oluşursa kendiliğinden geçen grup), ya kanal mesane içerisine daha yanlış bir yerden açılıyor, ya da mesanenin içerisinde o kadar fazla yüksek basınç oluşuyor ki, yukarı kaçağı engelleme mekanizması yeterli olamıyor.
İdrar torbasındaki basınç nasıl artabiliyor? Ya anatomik bir bozukluk olabiliyor, örnek posterior üretra kapağı; ya da mesanenin fonksiyonel bozukluğu eşlik ediyor, örnek mesane barsak disfonksiyonu. Yani ya torbanın çıkışında bir tıkanıklık var, böylece mesane kasılıyor ama boşaltamıyor, içerideki basınç artıyor ve idrar yukarı kaçıyor. Ya da mesane düzgün çalışmıyor, örneğin torbanın kasları mesaneyi boşaltabilmek için kasılıyor ama torbanın ağzındaki kaslar koordineli olarak gevşemiyor böylece yine torba içi basınç artışı ve yukarı kaçak oluyor.
Anne karnında böbrekte genişleme olması durumunda bebeklerin neredeyse %15’inde, ateşli idrar yolu enfeksiyonu olan çocukların incelenmesi durumunda ise çocukların yaklaşık %30-40’ında idrar reflüsü saptanabiliyor. Anne karnında saptananların çoğunluğu erkekken, daha büyük yaş çocukların çoğunluğu kız. Ama bizim için asıl önemli olan reflüsü olan çocukların kardeşlerinin %27 ‘sinde ve reflüsü olan ebeveynlerin çocuklarının %35’inde bu probleme rastlanabiliyor. Bu bulgular da altta genetik bir nedenin yattığını düşündürüyor.
Bütün bu anlattıklarımla eğer idrar reflüsünden şüpheleniyorsak, tanıyı koymak için voiding sistoüretragrafi denilen bir test yapmamız gerekiyor. Bir sonda yerleştiriyoruz, ilaçlı suyla mesaneyi doldurup böbreklere doğru geçiş olup olmadığına bakıyoruz. Bu test sonucunda mesanenin kapasitesi, şekli, idrar reflüsü varsa derecesi, işeme esnasında idrar yolunun görüntülüsüyle mesanenin çıkışında problem olup olmadığı, mesanenin tam boşalıp boşalmadığı gibi bir sürü veri elde edebiliyoruz. Sintigrafi veya su ultrasonografisi gibi daha az radyasyon verebilen başka yöntemler de mevcut ama hiçbirisi anatomiyi bu test kadar güzel göstermediğinden çok tercih etmiyoruz, sadece bazen takiplerde kullanabiliyoruz.
Eğer hastamızda idrar reflüsü saptadıysak mutlaka çocuğun boyunu, kilosunu, kan basıncını ölçerek büyümesini değerlendiriyoruz. Mutlaka idrar sıklığı, idrar kaçırması, kabızlık, kaka kaçırma gibi şikayetleri sorgulayarak eşlik eden bir mesane barsak disfonksiyonu olasılığını anlamaya çalışıyoruz. İdrar ve kan tahlilleri ile idrarda protein olması, kan üre kreatinin değerleri gibi bulgularla böbreğin klinik değerlendirmesini yapıyoruz. Böbreğin sintigrafik incelemeleri ile böbrekte nedbe dokusu olup olmadığını, böbrek fonksiyonlarının ne durumda olduğunu anlıyoruz. 
Bir de idrar reflüsü saptadığımız çocukların kardeşlerinde de olabileceğini bildiğimizden mutlaka onların da araştırılması gerekiyor. Özellikle beş yaşın altındaki kardeşlerde mesane  barsak disfonksiyonu bulguları veya idrar yolu enfeksiyonları anlatılıyorsa, ya da ebeveynlerden yeterli bilgi alamadığımızı hissediyorsak kardeşte olma olasılığını hiç göz ardı etmiyoruz.
Bütün bu anlattığım verileri topladıktan sonra pediatrik nefrolog, çocuk cerrahı, çocuk üroloğu, pediatrik radyolog ve nükleer tıp uzmanının katıldığı “pediatrik nefroloji-üroloji” konseyimizde hastamızı tartışıyoruz ve nasıl bir yol izleyeceğimize karar veriyoruz.
Şimdilik bu kadar yeter. Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde bir seyri daha sonlandırıyoruz. İdrar reflüsü olan bir çocuğu nasıl tedavi ettiğimizi ve bu hastalığın gidişatı, ilerlemesi, sonuçları gibi bilgileri gelecek seyirde anlatacağım.
Yazdıklarımı Youtube kanalımdan izlemek isterseniz tıklayabilirsiniz.
Lütfen bizi instagramdan takip edin.
Ve mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Mayıs 2022
Kategoriler