Blog

Ağustos 2023
Üç yaşında kız çocuk boynunda şişlik olduğu için getiriliyor. Muayenede tam boyun orta hatta, ağrısız, yumuşak bir şişlik olduğunu görüyorum. Yapılan tetkiklerinde tiroid bezinin normal olduğu, ortada, dil kemiğine kadar uzanan bir kanalla ilerleyen kistik bir yapı görülüyor. Dil kemiğinin ortası ile beraber kisti çıkarıyoruz ve sorun çözülmüş oluyor.
Size Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde boyunda en sık görülen doğumsal kist olan, “Tiroglossal kanal kistini” anlatacağım.
Embryo henüz daha 4 haftalıkken, dilden küçük bir çıkıntı oluşmaya başlıyor. Bu küçük çıkıntı yavaşça orta hatta boyundan aşağı doğrı ilerliyor ve boyun alt tarafındaki olağan yeri olan bölgeye yerleşiyor. Evet, tiroid bezinden bahsediyorum. Bu iniş yolu, hyoid kemik dediğimiz dil kemiğinin hemen önünden geçiyor, nadiren arkasından da olabiliyor ama dil kemiği bağlantısı bizim için çok önem arz ediyor. İniş tamamlandıktan sonra bu iniş kanalı genelde onuncu haftalarda kayboluyor. Kaybolmazsa, bu kanal kalıntılarından tiroglossal kanal kisti gelişiyor. Tiro – yani tiroid, glosso – yani dil. İsim de buradan gelmiş oluyor.
Genelikle orta hatta yerleşen bu kistik yapılar çoğunlukla çocuklarda ve ergenlerlerde saptanıyorlar, ama üçte bir olgu daha ileri yaşta olabiliyor. Kadavralarda yapılan çalışmalarda 200 erişkinin 14 tanesinde tiroglossal kanal kisti bulunmuş, %7.
Hareketli, ağrısız, yumuşak, orta hatta yerleşmiş bir kitle. Dil kökünden boyunun dibine kadar herhangi bir yerde yerleşebiliyor. Tek tük acayip yerlerde yerleşmiş olgu raporları da var.
Klasik bilgi, yutkunurken dilin hareketi ile beraber hareket ettiği yönünde, gel de bunu çocukta anla. Zaten daha elini uzattığın zaman ağlamaya başlıyorlar…
Neyse, diyeceğim o ki ya boyunda fark edilen bir şişlik veya kistin enfeksiyon gelişmesinden kaynaklanan bulgularla fark ediliyorlar.
İlk tercihimiz hep önce US. Hem zararsız, hem de kist mi, katı mı hemen anlayabiliyoruz. Ama dil kemiğiyle olan bağlantıyı genelde gösteremiyor. BT veya MR ile ileri tetkik yapmak gerekebiliyor. Eğer tiroid bezinin yerine düzgün yerleşmediği, bizim gördüğümüz şişliğin tiroid bezi olabileceği şüphemiz olursa sintigrafi de isteyebiliyoruz. Bazı yerlerde ince iğne biopsileri de yapılıyor, ama özellikle çocuklarda düşük kanser olasılığı ve ücret etkinlik analizi göz önünde bulundurulduğunda yapmamak ağır basıyor. Tüm hastalarda tiroid fonksiyon testlerini mutlaka görüyoruz.
Tedavisi tahmin edebileceğiniz üzere kisti çıkarmak. Neden? Çünkü enfeksiyon gelişebilir, çünkü %1-2 kanser hücreleri içerebilir.
Enfeksiyon çok önemli çünkü enfeksiyon geçirmemiş kistlerde bile nüks oranı %8 lerdeyken enfeksiyon sonrası bu oran %40lara çıkıyor.
Ameliyatta tüm kisti, kanalı ve kanalın yakın komşuluğundan dolayı dil kemiğinin ortasını beraber çıkarıyoruz. Bizim dilimizde bu işlemin adı Sistrunk operasyonu.
Aklınıza gelecek soruyu hemen cevaplayayım. Dil kemiğinin ortasını çıkarmak hiç problem yaratmıyor. Belki ameliyattan sonra birkaç gün yutkunması hafif ağrılı olabilir, o kadar.
Bazı yerlerde kist içerisine enjeksiyon yaparak tedavilerden de bahsediliyor ama kanser olmadığından emin olmak gerekiyor ve başarı oranları daha düşük.
Son zamanlarda küçük ve infeksiyonsuz kistler için düzenli US ile takip de alternatif olarak sunulabiliyor.
Bir seyrimizin daha sonuna geldik. Anlattıklarımı izlemek isterseniz lütfen tıklayın, bizi instagramdan takip etmeyi unutmayın.
Mutlu kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ağustos 2023
Temmuz 2023
Bir çocuk cerrahı yaşlanmaya başladığını nasıl anlar? Eğer bayramlarda hastaneden ayrılmaya başladıysak, demek yaş artık 50’yi geçmiş… İlk defa bu yıl bayramda Istanbul’dan uzaklaşmaya vakit bulabildim. Gökova’da gezerken çok fazla arı olduğunu fark ettim. Biliyorsunuz Muğla’da arıcılık halkın aktif uğraştığı bir geçim kaynağı. Çocuk cerrahının seyir defterinde size yaz aylarında karşılaşılabilecek olağan bir problem olan “arı sokmalarını” anlatayım diye düşündüm.
Arılar neden insanları sokarlar?
Bal ve arıları çok sevdiğim için önce şunu söylemek lazım; arılar durup dururken sokmazlar. Sizi sokmaları için mesela çimdeki bir arının üzerine yalınayak basmanız, veya elinizi fark etmeden masadaki bir arının üzerine koymanız gerekir. Veya arının kovanına çok yaklaşmanız, kovana çomak sokmak gibi hareketlerle arıları kızdırmanız, veya gereksiz korkularla abuk subuk hızlı hareketler yaparak arının da korkmasını veya sizi tehdit olarak algılamasını sağlamanız gerek. Aksi takdirde arılar sizi sokmazlar. Özellikle bal arıları mecbur kalmadıkça hayatta sokmazlar. Neden soksunlar ki? Sokarlarsa ölürler. Durup dururken neden kendilerini öldürsünler?
O zaman ikinci soru: Bal arıları neden sokunca ölürler?
Bal arılarının iğneleri, aynı deniz kestanelerinin iğnesi gibi, gözle göremeyeceğiniz, balık oltalarının kancaları gibi dikenlerle çevrilidir. Özellikle sert insan derisinin içerisine girdiğinde bu oltamsı dikenler yüzünden geri çıkamaz. İğnenin sonunda arının zehrinin dolu olduğu bir kesecik vardır. İğne ve zehir kesesi arının iç organlarıyla da bağlantılıdır. Arı insanı soktuğunda iğnesini geri çıkaramaz, kese ve iğne deride kalır. Arı kendisini kurtarmaya çalışırken kese ve iğneye bağlı olan iç organları da dışarı çıkar, akabinde arı ölür. Burada küçük bir ek bilgi vereyim. Diğer arı türlerinde, eşek arıları, yaban arıları, domuz arıları gibi, iğnelerdeki oltamsı dikenler çok az, sadece ucunda var; yani bu arı türleri sokunca ölmez ve bir kereden daha fazla sokabilirler… Ama onlar da bal arıları gibi durup dururken sokmazlar.
Arı sokarsa ne olur?
Önce iğne ağrı reseptörlerini uyaracağı için ağrı hissederiz. Sonra zehiri oluşturan proteini allerjen olarak algılarız ve vücudumuzdaki IgE dediğimiz immunglobulinler bu allerjene bağlanırlar. İşte bu birbirine bağlanmış antijen ve IgE kanımızdaki mast hücrelerinin histamin salgılamasına yol açar. Histamin önce kan akımını artırır, inflamasyona neden olur ve bir takım kimyasalların da salgılanmasına neden olarak zehirin etkilerini yok etmeye çalışır.  İşte bu histamin tüm alerjenleri de vücuttan atmaya çalışacağından sistemik olarak da burun kaşıntısı, akıntısı, göz akıntısı, kaşıntısı, hapşırık, öksürük gibi semptomlar oluşturur. Bunlardan dolayı vücudumuz böyle alerji bulguları gösterdiğinde antihistaminik alıyoruz, yani alerji ilacı.
Arı sokmalarının binde üç ile yüzde 3 arasında oranlarında, tam olarak orandan emin olunamıyor ama tüm toplumun %8 kadarında olabileceği düşünülüyor, anafilaksi gelişebiliyor.
Nedir bu anafilaksi?
Aslında alerjik reaksiyonların yayılıp sistemik hale gelmesine deniyor. Her yıl 40 kadar insanın Amerika’da arı sokmasına bağlı anafilaksiden öldüğü tahmin ediliyor. Bu insanlarda yaygın kurdeşen gibi döküntüler, boğaz ve dilin şişmesi, nefes almada zorlanma, mide bulantısı, kusma, kan basıncının düşmesi, şuur kaybı gelişebiliyor.
Allerjik problemler doğuştan olabileceği gibi, bazı insanlar sonradan da ciddi alerjik reaksiyon verebiliyorlar. Mesela arı sizi soktu, vücüdunuz hızlıca IgE üretti, henüz daha o IgEler kanda çokça varken yine arı soktu. Bu sefer tabi ki daha hızlı ve fazla bir reaksiyon verilebiliyor.
Arı sokunca klinik olarak ne problemler ortaya çıkıyor?
Çoğu insanda soruna yol açmayan basit, bölgesel reaksiyonlar gelişiyor; kızarıklık, ağrılı şişlik gibi (1-5cm çaplı). Şişlik ilk birkaç saatte oluşup bir iki gün kadar sürebiliyor.
%10 kadar insanda şişlik yaklaşık 10cm çaplarını bulabiliyor, 48 saatte en kızarık ve şiş halini alıp, 5-10 gün sürebiliyor. Bu tip reaksiyonlara “büyük bölgesel reaksiyonlar” diyoruz.
Büyük bölgesel tip reaksiyonların %8 kadarında da anafilaktik reaksiyon gelişebiliyor. Yani biraz önce söylediğim solunum sıkışıklığı, tansiyon düşmesi, nefes alamama, şuur kaybı gibi…
Bir şekilde arı soktu, ne yapmalıyız?
Biraz önce anlattığım gibi bal arısının iğnesi ve kesesi  beraber derinin üzerinde kalacağından arı soktuktan sonra da bu keseden zehir akmaya devam edecek. Onun için hızlıca bu iğneyi oradan çıkarıyoruz. Arkasından su ve sabunla yıkıyoruz. Daha sonra da şişmeyi engellemek için soğuk / buz uyguluyoruz.
Yukarıda bahsettiğim büyük bölgesel reaksiyon oluştuysa medikal tedavi de gerekebilir. Bu hastalar ağızdan/lokal steroid, antiinflamatuar ilaçlar, antihistaminik dediğimiz antiallerjenler ağızdan / krem olarak kullanabilirler.
Burada büyük bölgesel reaksiyonlarla bakteriyal enfeksiyonları ayırmak gerekir. Bakteriyal enfeksiyonlar genelde 3-5 gün sonra ortaya çıkmaya başlar, ateş de eklenir, ama neyse ki arı sokmalarından sonra sık gözlenmez. Antibiyotik işe yaramaz, abse oluşursa da devreye biz cerrahlar gireriz.
Asıl önemli nokta şu: Eğer kişinin bilinen bir alerjik öyküsü varsa veya yukarıda anlattığım anafilaksi bulguları varsa mutlaka epipen veya penepin kalemler ile epinefrin vermek gerekiyor. Epipen kalem içerisinde dozu hazır tutulan epinefrin içeren, hızlıca bacak kasımıza sokarak yapabileceğimiz bir özel şırınga aslında.
Epinefrin genişleyen damarları daraltıp düşen basıncı artırıyor, solunum sisteminin kaslarını gevşeterek de rahat nefes alınabilmesini sağlıyor. Ama bu kişilerin mutlaka hemen hastaneye gitmeleri şart çünkü geçici bir rahatlama sağlanmış olabilir. Hasta tekrar sıkışabilir.
En iyisi yazın çimlere basarken mümkünse dikkatli olalım, arı olan yerlerde yalınayak dolaşmayalım, çok renkli giyinmeyelim, acayip güçlü parfümler sürmeyelim. Yemek yerken ayrı bir dikkat gerekiyor. Arılar sanılanın aksine şekere değil, daha çok ete gelirler. Ya et yemeyin hem pahalı, hem zararlı, yiyecekseniz arıların olmadığı güneş battıktan sonra yiyin, illa öğlen yiyecekseniz de Türk kahvesi yakmak işe yarıyor gerçekten. Bir de içerisini görmediğiniz şişelerden ağzınıza dikerek içeçek tüketmeyin. Teneke kola, bira şişelerinin içerisine girerek boğazdan arı sokması hiç hoş olmayacak sonuçlar doğurabilir.
Fazla anlattım sanırım. Dikkatinizi dağıtmadan seyrimizi sonlandıralım.
Youtube videosu izlemek isterseniz tıklayın, instagramdan takip edin, ve mutlu kalın.
Temmuz 2023
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Haziran 2023
Üç buçuk yaşında erkek çocuk kaka yapmak için tuvalete oturduğunda bir çay bardağı kadar taze kan çıkarığı için getiriliyor. Rengi soluk. Belli ki kan kaybetmiş. Normalde kanlı kaka şikayeti ile getirilen çocuklarda daha sık olan anal fisür, yani çatlak ya da yırtık, veya rektal polip gibi patolojiler düşünülür ama onlarda bu kadar fazla kanama genelde beklenmez. Zaten yırtık olacak olsa ağrı, kabızlık gibi bulgular da beklenir. Hızlıca muayenesini yapıyorum. Belirgin bulgu bulamyorum. Genel durumunu düzeltip sintigrafi ile Meckel divertikül kanaması tanısını koyup laparaskopi ile divertikülü çıkarıp evine yolluyorum.
Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde çocuklarda sindirim sistemi kanaması nedenlerinden biri olan, sindirim sisteminin en sık anomalisini, Meckel Divertikülünü yazmaya çalıştım.
Son seyrimizde size göbek akıntısının nadir nedenlerinden birisini, urachus kalıntılarını ve sebep olabileceği patolojileri anlatmıştım. Böyle nadir olayları anlattığım için eleştirenler olmuş. Benim amacım en popüler, sık konuları anlatarak abone sayımı artırmak değil ki. Bizim çocuk cerrahisinin fıtratında var, hep nadir olaylarla, normal insanların hiç duymadıkları durumlarla uğraşıyoruz. Sık karşılaşılan problemlerle ilgili binlerce bilgi halihazırda var zaten. Bir kişinin bile işine yarayabilecek bir video olursa zaten amacına ulaşmış olacak.
Önce size bu Meckel Divertikülünün ne olduğunu anlatayım. Dediğim gibi, önceki seyirde size göbek kordonu ile mesane arasındaki bağlantının doğumdan sonra açık kalması nedeniyle oluşan Urakus kalıntılarını ve sebep oldukları hastalıkları anlatmıştım. Ve size bu seyrimizde bu sefer göbek kordonu ile barsaklar arasındaki bağlantının tam kaybolmaması nedeniyle oluşabilecekleri anlatacağımı söylemiştim. Henüz anne karnındayken göbek kordonu ile barsaklar arasındaki bağlantı normalde 5-6.haftalarda yok olur gider. Ama yok olmazsa, aynen urakus kalıntılarını anlatırken size çizerek anlattığım gibi, barsaklarla göbek arasında tam açık bir kanal olarak, her iki ucu kapanmış kistik bir yapı olarak, sadece göbeğe açıklığı olan sinüs olarak, ince bir bant haline gelerek veya barsak tarafında çıkıntı haline gelip Meckel Divertikülü dediğimiz yapıya dönerek problem çıkarabilir.
Biraz detaylandırayım.
Biz tıp fakültesinde öğrenciyken Meckel divertikülü ile ilgili “ikiler kuralını” ezberlerdik. Toplumun yüzde ikisinde görülür, erkeklerde kızlara göre 2 kat daha fazla rastlanır, ince barsağın en sonuna 2 feet kala bulunur – yani 60 cm kadar, boyu genelde 2 inch kadar olur – yani 5 cm kadar, yüzde iki kadarında 2 yaşlarında problem çıkabilir, kanayan divertiküllerde 2 adet ayrı doku bulunur; barsak mukozası ve mide mukozası gibi…
Demek ki bu yapı toplumun yaklaşık yüzde ikisinde olabiliyor, ama herkeste problem çıkarmıyor. Genelde klinik olarak sakin olan Meckel divertikülü, özellikle çocuklarda, biraz önce size söylediğim içerdiği mide mukozasının neden olabileceği kanama ile başımızı ağrıtabiliyor. Bu kanamalarda anal fisür yani yırtık kanamalarının aksine makatta ağrı olmuyor, tuvalette kanla beraber kaka olmayabiliyor, yani sadece kan, oldukça bol miktarda gelebiliyor… Veya enfekte olup apandisit gibi karın ağrıları yapabiliyor. Veya göbekle aradaki kalmış bant dokusu yüzünden barsakları çevresinde döndüüp barsak tıkanıklığı oluşturabiliyor. Veya barsakların ritmik bir ahenk içerisinde çalışmasını bozup teleskop gibi iç içe girerek barsak düğümlenmesi yapanilerek tıkayabiliyor. Veya çok nadir bile olsa %2 gibi, genellikle iyi huylu olan tümörlerin gelişmesine neden olabiliyor. Bazen bu divetikül bir fıtığın içerisine girebilerek de problem oluşturabiliyor. Benim tıbbi alanda ilk yazdığım makale kasık fıtığına girmiş bir Meckel divertikülü idi, biz buna Littre fıtığı diyoruz.
Neyse konuyu dağıtmayalım.
Yani bir çocukta karın ağrısı olmadan popodan taze kan geliyorsa, beklemediğimiz bir yaşta tekrarlayan barsak düğümlenmeleri oluyorsa, apandiksi alınmış olmasına rağmen apandisit bulguları varsa aklımıza olası bir Meckel divertikülünü getiriyoruz.
Peki tanıyı nasıl koyacağız?
Problem kanama ise demek ki mide mukozası var. Mide mukozasını ortaya koymak için, meckel sintigrafisi yapabilir. Yani direk mide mukozasına yapışan bir nükleer madde ile mide dışında bir yerde de mide mukozası olduğunu görüntüleyebiliriz. Neredeyse %85-90 hassasiyetle yakalayabiliyor ve yakalarsa %95 haklı çıkıyor. Yüzde beş gibi yanlış pozitif yanıt olabiliyor. Özellikle duplikasyon kist, inflamatuar barsak hastalığı gibi durumlar varsa… bir başka tanı yöntemi damarların görüntülendiği arteriyografi ile divertiküle giden ayrı bir damar olduğu görülmesi. Erişkinlerde çift balon veya kapsül endokopisi teknikleriyle de tanı konulabiliyor. Tanı yöntemlerimizle gösteremesek bile çok şüphelendiğimiz olgularda ameliyatla bakmayı da hem tanı koydurucu hem de tedavi edici bir seçenek olarak düşünebiliriz.
Tedavisi tahmin edebileceğiniz gibi cerrahi.
Hepsini ameliyat mı edeceğiz? Mesela şans eseri bir görüntüleme metodu ile Meckel divertikülünden şüphelenilirse?
Eğer hiç klinik oluşturmuyorsa bir şey yapmıyoruz.
Peki başka bir nedenle ameliyat yaparken karşımıza Meckel divertikülü çıkarsa? Apandisit ameliyatı yaparken bir de baktık orada duruyor, ne yapacağız?
Çocuklarda çıkarılması öneriliyor. Genç erişkinlerde 2cm den uzunsa çıkarılıyor. 50 yaş üzeri olanlarda şans eseri rastlanılan normal görünümlü Meckel sessiz duruyorsa dokunulmuyor.
Genellikle laparoskopik olarak veya açık teknikle uygunluğa göre sadece meckel divertikülünü, veya divertikülün çıktığı barsak bölümünü tümden çıkarıyoruz. Ameliyat tekniği bize kalsın.
Çok uzatmadan bu seyrimizi de sonlandıralım. Anlattıklarımı izlemek isterseniz tıklayın, abone olun ve instagramdan takip edin.
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Haziran 2023
Mayıs 2023
Bir buçuk yaşında erkek çocuk arada sırada göbeğinden sarı akıntı olması şikayeti ile getiriliyor. Detaylı muayenesini yaptığımda göbeğin iç yüzeyinde küçük bir delik olduğunu görüyorum. Deliğin içerisinden bir parça ilaçlı sıvı vererek x-ışını altında nereye kadar gittiğini görmek istiyorum ama çocuk yanına bile yaklaştırmıyor. Ben de güzel bir ultrason yaptırıyorum. Ultrasonda göbek ile mesane arasında açık bir kanal olduğu gözleniyor. Açık kalmış urakus kanalı… Ameliyatla kanalı çıkarıp çocuğu sağlığına kavuşturuyoruz.
Çocuk cerrahının seyir defterinde size urakus kalıntılarını anlatacağım. 
Daha önceki seyirlerde size anne karnındayken göbek kordonu ile barsaklar ve mesane arasında bir bağlantı oluştuğundan bahsetmiştim. Normalde mesane ile göbek kordonu arasındaki bu bağlantı, doğumla beraber kapanır ve ince, fibrotik kordon gibi bir yapıya dönüşür. Ama bazen kapanmaz…
(aşağıda anlatacaklarımı youtube videosundaki şemalar ile daha iyi anlayabilirsiniz)
İdrar torbasıyla göbek arasındaki bağlantı tamamen açık bir kanal halindeyse, yani çocuğun göbek deliği ile idrar torbası arasında bir kanal, bir yol varsa buna açık kalmış urakus kanalı diyoruz. Bu problem bazen bebekken içerisine idrar dolup kalınlaşmış bir göbek kordonuyla, ya da daha büyük çocuklarda ara ara göbekten idrar gibi bir akıntı gelmesiyle, kızarıklık enfeksiyon olmasıyla kendisini gösterebilir.
Bazen bu kanalın her iki ucu kapanır, yani idrar torbası ve göbek deliği uçları tıkalıdır. Ancak ortada kalan bölümden kistik bir yapı gelişebilir. Bu durumda enfeksiyon bulguları, veya çok büyük olursa karın ağrısı, mesaneye bası yapma gibi karın içerisinde yer kaplayan kitlenin oluşturacağı problemler görülebilir.
Bazen bu kanalın göbek tarafı kapanır, idrar torbası tarafı açık kalır. Bu mesane divertikülü dediğimiz yapı da idrar yolu tıkanıklığı, idrar yolu enfeksiyonu oluşmasına neden olabilir.
Ve bazen de mesane tarafı kapanır, göbek tarafı açık kalır. O zaman da göbek akıntısı ve enfeksiyonları ile ortaya çıkan urakal sinüs oluşmuş olur. Küçük bebeklerde ilk kendini göbek polibi veya geçmeyen göbek granulomu bulgularıyla belli edebilir.
Bu bahsettiğim urakus problemlerinin tam olarak yüzde kaç göründüğü bilinmiyor. Bir çalışmada 12 sene boyunca türlü nedenlerle tetkik edilen çocukların yüzde birinde urakusta problem olduğu tesbit edilmiş.
Biraz önce anlattığım gibi göbekten akıntı, göbek çevresinde kızarıklık ve enfeksiyon, karın ağrısı, göbek altında veya orta hatta ele gelen kitle gibi bulgularla, veya hiç bulgusuz şans eseri tetkik yapılırken görülebilirler. Erişkinlerde kanlı veya ağrılı işeme, karın ağrısı gibi bulgularla da görülebiliyorlar.
Tanı koymada sıklıkla basit bir ultrasonografi yeterli olabiliyor. Göbek içerisinde delik görülebiliyorsa o delik içerisine ilaç verilerek film çekilebilir, veya şüphe de varsa idrar sondası takıp mesane doldurularak film görmek de eşlik edebilecek diğer problemleri, mesane divertikülünü ortaya çıkaracaktır.
Erişkinlerde çıkarılan urakus kalıntılarının yarısında habis kanser hücreleri olduğu belirtiliyor. Çocuklarla ilgili elimizde böyle bir data yok. Yine de olası enfeksiyon riskini de düşünerek cerrahi çıkarılmasını öneriyoruz. Eğer şans eseri saptanmış bir urakus kalıntısı varsa olası habis bir hastalık geçirme, enfeksiyon gelişmesi risklerini göze alarak, hayat boyu takip etmek şartıyla cerrahi önermeyen cerrahlar da mevcut.
Cerrahinin büyüklüğü patolojiye göre değişecektir ama genel olarak bizleri çok üzen bir cerrahi olmadığını söyleyebilirim.
Bir seyrimizin daha sonuna geldik. Gelecek seyirde sizlere bu sefer barsakla göbek arasındaki bağın kaybolmaması durumunda olabilecekleri anlatacağım.
Anlattıklarımı izlemek isterseniz lütfen tıklayın.
Bizi instagramdan takip edin ve mutlu kalın.

Mayıs 2023

Prof Dr. Egemen Eroğlu

 

Nisan 2023
Çocuk Cerrahının Seyir defterinde size yine çok karşılaştığımız bir durumu anlatacağım. Göbek fıtığı. Öyle acayip durumlarla karşılaşıyoruz ki… Göbekte şişlik olduğu için bebeğini kaybedeceğini zanneden gözü yaşlı anneler, ısrarla göbek fıtığı üzerine metal para bağlatanlar, küçücük bebeklerini acil göbek fıtığı ameliyatı olması gerekiyor diye getirenler…
Şu göbek fıtığını kısaca bir de bir çocuk cerrahından dinleyin istedim.
Normalde karın duvarındaki kaslarımızın üzerinde daha sert beyaz bir tabaka var, fasya tabakası. Bütün karın duvarımızda hemen cilt altında olan bu sert tabakanın tam da göbek deliğine gelen bölgesinde, göbek kordonunun geçmesine izin veren bir halka oluyor. Bebek henüz annenin karnındayken, göbek kordonun içerisindeki damarların geçirgenliği için için bu halka açık. Ama doğumdan sonra karın duvarı tabakaları yavaş yavaş bu halkayı kapatmaya başlıyor, sonuçta kapalı, fibröz dokudan oluşan bir alan oluşuyor. Bu kapanma süreci çoğu çocukta beş yaşına kadar devam edebiliyor. Dikkatinizi çekerim, her çocuk demedim, çoğu çocukta 5 yaşından önce kapanıyor.
Göbek halkasının kendiliğinden kapanamadığı, veya kapanamayacağını düşündüğümüz bazı durumlar var. Mesela eğer parmağımızla yaptığımız muayenede fasya halkasının çapının, tekrar ediyorum dışarıda sizin gördüğünüz şişlik değil muayene esnasında hissettiğimiz göbek halkasının çapının 1.5cm’den büyük olması durumunda kendiliğinden kapanma pek olası değil. Bir de bazı yumuşak doku hastalıklarında, Down sendromu, hipotiroidi gibi durumlarda ve karın içi basıncın artacağı periton diyalizi kullanımı olan, asiti olan çocuklarda yine kendiliğinden kapanmayı pek beklemiyoruz.
Göbek fıtıkları sıklıkla aslında görüntü dışında hiçbir şikayete neden olmuyorlar. Daha önceki seyirlerde size anlattığım kasık fıtıklarında gördüğümüz, fıtık boğulması veya şişliğin patlaması gibi durumlar neredeyse hiç olmuyor. Sadece bebek ağlarken, ıkınırken göbekten dışarı fırlayan bir baloncuk oluşuyor, biraz sinir bozucu bir görüntü olduğunu kabul ediyorum.  Ama çoğu kendiliğinden kapandığı için sorun yaratmıyor, tabi göbeğin üst tarafında, orta hatta yer alan epigastrik fıtık dediğimiz patolojilerle karıştırmamak lazım, zira epigastrik veya supragastrik fıtıklar kendiliğinden kapanmazlar.
Peki göbek fıtıklarını ne zaman, neden ameliyat ediyoruz?
Çok nadir olmakla beraber göbek fıtığında boğulma olduysa, yani normalde kolayca içeri giren yumuşak şişlik sertleşmiş ve karın içerisine geri girmiyorsa, fotoğraftaki gibi dev bir göbek fıtığı varsa,
 
ve ilk iki yıl içerisinde herhangi bir küçülme olmuyorsa, çocuk dört yaşına gelmiş ama hala aynı boyutta küçülmeyen göbek fıtığı varsa, biraz önce söylediğim gibi göbek halkasının kapanmasını engelleyecek durumlar eşlik ediyorsa, ve bir de bence önemli bir neden, çocuk çok kafaya takıyorsa, arkadaşları alay ediyorsa devreye biz çocuk cerrahları giriyoruz.
Burada tekrar edeyim, göbek üzerine metal para yapıştırma gibi aksiyonlarda bulunmuyoruz, hem boş yere çocuğun cildine zarar verebilirsiniz, hem de dışarı çıkan fıtık içeriklerinin metal altında sıkışarak zarar görmesine neden olabilirsiniz.
Göbek fıtığının ameliyat süreci nasıl?
Çok kolay. Hastanede yatmasına gerek olmuyor. Ameliyat randevusu saatinde hastaneye geliyorsunuz, ameliyatınızı olup aynı gün eve gönderiliyorsunuz. Ameliyattan sonra pansuman, dikiş alma gibi sıkılacağınız durumlar da yok. Sadece 4-5 gün sonra bir kontrole geliyorsunuz ve işiniz bitiyor.
Tabi sürecin kolay olması her göbek fıtığını ameliyat etmemizi gerektirmiyor. Ancak biraz önce anlattığım şartlar varsa cerrahi gerekiyor.
Bir seyrimizin sonuna daha geldik. Anlattıklarımı youtube kanalımdan izlemek isterseniz tıklayın ve bizi instagramdan takip etmeyi unutmayın.
Mutlu kalın,
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Nisan 2023
Mart 2023
Bir önceki seyirde sizlere göbek kordonunun nasıl oluştuğu, yenidoğan göbek kordonuna nasıl bakım yapmak gerektiği, göbek granulomu tedavisi hakkında bilgiler vermiştim. Bu seyirde de sizlere yenidoğan bebeklerde görülebilen göbek infeksiyonunu anlattım.
Doğumdan hemen sonra göbek binlerce mikroorganizma tarafından istila edilmeye başlıyor. Ve aslına bakarsanız canlılığını yitirmeye başlayan göbek kordonu kalıntısı bakterilerin üreyebilmesi için süper uygun bir ortam oluşturuyor. Kordonun içerisinde bulunan damarlar vasıtasıyla da bu bakteriler yenidoğmuş bebeğin kanına karışıp sepsise neden olabilme potansiyeli taşıyorlar.
Göbek kordonu ve çevresindeki dokuların enfeksiyon kapmasına “omfalit” diyoruz. Göbek kordonundan akıntı, çevresindeki dokuda şişlik, hassasiyet, kızarıklık olmasıyla kendisini gösterebiliyor. Neyseki gelişmiş ülkelerde, bizim ülkemizi de bu sınıfa halen sokabiliriz diye düşünüyorum, omfalit görülme sıklığı binde yedi kadar. Ama malesef bazı yerlerde bu oran hastanelerde doğanlarda yüzde sekize, evde doğanlarda da yüzde 22’lere kadar çıkabiliyor. Böyle bölgelerde antiseptik kullanımı omfalit ve omfalite bağlı ölüm olasılığını azaltıyor. Göbek bakımı ile ilgili bir önceki seyirde bilgi vermiştim.
Hangi bebekler göbek infeksiyonu olma riski içeriyor?
Düşük doğum tartısı, uzamış doğum, annenin zarların erken yırtılması, annede enfeksiyon olması, steril olmayan ortamlarda doğum yapılması, göbek kordonuna kateter takılmak zorunda kalınması ve evde doğum omfalit olma riskini artırıyor. Göbek kordonuna düzgün bakım yapılmaması, hala geleneksel kül, tezek sürülmesi gibi uygulamaların yapılması, söylemeye gerek bile yok, zaten enfeksiyona davetiye çıkarıyor . Ne yaparsak yapalım, bebeğin de yatkınlığı olabilir. Mesela bazı bağışıklık sistem yetmezliği durumlarında göbek infeksiyonu riski artıyor.
Ne oluyor göbek infeksiyonu olunca?
Biraz önce bahsettiğim kızarıklık, şişlik, hassasiyet, ateş gibi inflamatuar bulgular eşlik etmiyorsa hafif bir akıntı, hatta hafif bir koku normal. Mesela fotoda gördüğünüz gibi çok göbek danışılıyor. Kordon düştükten sonra oradaki sarımtırak tabaka ve o tabakanın neden olduğu hafif sarımsı akıntı tamamen normal. Ama göbek kordonu etrafında kızarıklık oluşuyorsa enfeksiyon başlıyor olabilir. Göbekteki damarların pıhtılaşmasının gecikmesiyle hafif bir kanama da normal. Ama tekrar ediyorum, halsizlik, huzursuzluk, ateş, iyi beslenememe kötüye işaret.
Göbek infeksiyonu nelere yol açabilir?
En önemlisi bakterilerin kana karışması yani sepsis, sonra damarların ve karaciğere giden portal damarın iltihaplanıp tıkanması, karaciğer abseleri, karın zarının infeksiyonu, barsaklarda problemler, karın duvarının enfeksiyonu, nekrotizan fasit ve ölüm. Ölüm oranı %7-15 gibi oldukça yüksek bir oran. Erkek bebek, evde doğum, erken doğum, ve yüksek ateşi olan bebeklerde gidişat daha kötü.
Nasıl tedavi ediyoruz?
Önce mutlaka akıntıdan kültür alıyoruz. Sistemik bulgular varsa kan ve beyin omurilik sıvısından da örnekleme gerekebiliyor. Tabi ki antibiyotik başlıyoruz. Genellikle 10 gün kadar süren bir tedavi süreci oluyor. Lokal antiseptik ve antibiyotik kremler de verilebiliyor ama etkinlikleri damardan verilen antibiyotikler kadar güçlü değil. Hatta ağızdan bile değil, direk damardan antibiyotik öneriyoruz.
Nekrotizan fasit dediğimiz karın duvarının ciddi enfeksiyonu işin içerisine girerse belirgin yüksek ölüm oranı oluyor. Bu durumda cilt, cilt altı, yağ, ve fasya tabakaları enfekte oluyor.
Fotoğrafta gördüğünüz gibi kızarıklık artık dokuların ölmeye başlamasıyla siyahlığa dönmeye başlıyor. Enfeksiyon ve enflamasyon çok hızlı ilerliyor, yüksek ateş oluyor, kana bakteriler karışıp tüm vücuda yayılıyor, şok tablosu ve akabinde bebeğin kaybedilmesi gerçekleşiyor. Çok hızlı müdahele etmeye çalışıyoruz. Enfeksiyonlu dokuları ameliyatta hızla temizleyip, çok geniş etkili antibiyotikler ve destek tedavisi veriyoruz. Yine de nekrotizan fasit olgularında bebeğin kaybedilme oranları %60-85’lere kadar çıkıyor.
En iyisi bebeklerin temiz ortamlarda, hastanelerde, gerekli eğitimi almış sağlık personeli tarafından doğurtulmalarını sağlayalım, ve büyüklerimizden duyduğumuz geleneksel yöntemler yerine yine doktorlarımız tarafından anlatılan şekilde göbek bakımı yapalım.
Her şey bebekler için.
Anlattıklarımı seyretmek isterseniz lütfen tıklayın.
Bizi instagramda takip edin, ve mutlu kalın.

 

Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Mart 2023
Ocak 2023
Bebek doğuyor. Bir çok insan küçük çocuklara, bebeklere alışık. Ama ilk günlerde göbekten sarkan o ıslak, beyaz-mavi renkli uzantı, yani göbek kordonu çok endişe yaratabiliyor. Size bir çocuk cerrahının gözlüğünden yenidoğan bebeğin göbek kordonunu anlatacağım.
Daha önce ilk embryo döneminde düz, 3 katmanlı bir yapı oluştuğunu anlatmıştım. Bu düz, disk şeklindeki yapı, embryo yaklaşık 1 aylıkken kendi üzerinde içeri kıvrılarak, üç boyutlu bir canlı haline gelmeye başlıyor. İçeri kıvrıldığında karın bölgesi kapanmaya başlıyor ve anneyle bebek arasında, yaklaşık 1.5 cm çaplı bir bağ oluşuyor. Bu bağ bildiğimiz göbek kordonu.
Ceninin içeri doğru kıvrılmasıyla karın içerisine giren yapılardan sindirim sistemi ve ürogenital sistem oluşuyor. Yani barsaklarımız, böbreklerimiz, mesane, genital organlar gibi… Bu da şu anlama geliyor, göbek kordonu ile barsaklar ve idrar yolları arasında bağlantı var. Zamanla barsaklarla olan bağlantı yok olup gidiyor. Mesane ile, yani idrar kesesi ile olan bağlantı da kapanıyor, fibrotik, içi kapalı bir ip halini alıyor. Göbek kordonu içerisinde sadece 2 atar damar, 1 toplar damar ve onları çevreleyen jelimsi destek yapısı kalıyor. İşte biz her yeni doğan bebekte göbek kordonunu kontrol ederken içerisindeki yapıları kontrol ediyoruz. Mesela 2 atar damar yerine 1 atar damar varsa not ediyoruz. Ya da göbek kordonu normalden geniş mi, içerisinde damarlar dışında barsak yapıları var mı, daha mı ince kontrol ediyoruz.
Her şey istediğimiz gibiyse klempi yerleştiriyoruz.
İstediğimiz gibi değilse olabilecekleri başka videoda anlatacağım ki hem video uzamasın, hem de heyecan tek bir videoda bitmesin.
Doğumdan sonra genelde 1 hafta içerisinde bu kordon kullanılmadığı için önce damarlar tıkanıyor, içerisindeki kan pıhtılaşıyor, kuruyor, fagosit dediğimiz hücreler gelip bağlantı noktasını yemeye başlıyor, sonra da düşüyor. Dediğim gibi, ortalama 1 haftada düşüyor ama bir kaç haftaya kadar bu süreç uzayabiliyor.
Göbek düşme süreci içerisinde göbek bakımını nasıl yapacağız?
Bir kere bebeğin nerede doğduğu çok önemli. Hastane dışında, hijyenik şartların çok uygun olmadığı bir yerde doğduysa olası göbek enfeksiyonunu, yani omfaliti engellemek için mutlaka içerisinde klorheksidin içeren bir antiseptikle bakım yapmak gerekiyor. Hala çok az gelişmiş yerlerde kül, gübre, kil gibi maddeler kullanıldığını duyuyoruz. Aman. Hem enfeksiyonu riskini çok artıyor hem de yenidoğan tetanozuna neden olabiliyorlar.
Bebek uygun bir ortamda, hastanede doğduysa hiç endişe edecek bir durum yok. Kuruması zaten doğal bir süreç. Antiseptik, alkol gibi maddeler kullanmanıza hiç gerek yok. Ek bir katkı sağlamadıkları, hatta kuruma sürecini uzattıklarına dair onlarca çalışma var. Demek ki hastanede doğan bebeğimizin göbek kordonunu kuru tutmamız yeterli. Alt bezi kıvırarak göbeğin açıkta kalmasıyla idrar değmesini engelleyebilir, havanın etkileşimiyle daha çabuk kurumasını sağlayabilirsiniz. Eninde sonunda iyice karararacak ve düşecek. Bu ayrılma süreci 3-4 haftaya kadar uzayabiliyor ama daha fazla uzarsa altta yatan bağışıklık sistemi bozuklukları, enfeksiyon veya size anlattığım kaybolması gereken bazı kalıntıların kaybolmaması gibi durumları araştırmamız gerekebiliyor. Mesela lökositlerin yani akyuvarların yapışmasının bozuk olduğu bir tür hastalık kendisini geç göbek bağı ayrılması ve göbek enfeksiyonu ile gösterebiliyor.
Göbek enfeksiyonu konusunu bir başka seyirde biraz daha genişçe anlatacağım.
Göbek düşünce de her şey bitmiyor.
Mesela ebeveynler az miktarda göbek deliğinde oluşan kandan çok korkuyorlar. Halbuki az miktarda, göbek deliğinden taşmayan, hafif bebeğin kıyafetini pisleten kan hiç önemli değil. Kurur, geçer gider. Miktar biraz artar, veya kuruması uzun sürerse belki K Vit aşısını tekrar etmek gerekebilir.
Kordon ayrıldıktan sonra normalde açık kalan yüzey epitel tarafından kapatılır. Hiçbirimizin göbek deliğinin tabanı açık değil. Normal ciltle örtülü. Ayrılma süreci biraz uzarsa, belki hafif bir enflamasyon eklenirse, açıklığı örtmesi gereken cilt biraz geç kalırsa o açıklık üzerinde enflamasyon hücreleri iyice birikmeye başlıyor. Üst üste biniyorlar ve küçük, pembe renkli, parlak bir doku oluşuyor. Bu dokunun ıslaklığı bebeğin kıyafetlerinde sarımtırak bir lekelenmeye neden olabiliyor. Biz bu dokuya “göbek granulomu” diyoruz. Resimde göbek granulomunun nasıl ıslak pembe görünümlü olduğunu fark edebilirsiniz.
Küçük olanları gümüş nitrat ile yok ediyoruz.
 
Fotoda gördüğünüz gibi gümüş nitrat, böyle uzun bir kibrit çöpüne benziyor. Sıklıkla tek uygulama yetmiyor, bir kaç sefer tekrarlamak gerekebiliyor. Gümüş nitrattan başka kullanılan kremler, tuzlar var ama henüz güvenilirlik ve etkinlikleri net değil.
Granulom biraz büyükse, gümüş nitrat yeterli olamayacaksa, biz hemen poliklinikte dibinden bağlayıp çıkarıyoruz. Üst üste binmiş inflamasyon hücreleri sinir içermediğinden bebek bir acı da hissetmiyor.
Eğer gümüş nitrat ile geçmiyorsa, akıntı fazlaysa, alışık olduğumuz granulom dokusuna göre daha sert ve büyükse polip ve diğer patolojiler aklımıza geliyor. Ama onları size gelecek seyirde anlatacağım.
Biliyorsunuz seyir uzun olursa mide bulantısı yapabilir.
Youtube kanalımıza abone olun, instagramdan takip edin.
Mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ocak 2023
Aralık 2022
Aslında youtube kanalı açtığınızda yorumlar çok önemli. Bir nokta bile konulsa sistem bunu etkileşim olarak algılıyor ve çektiğiniz videonun daha önce kullanıcının karşısına çıkmasını sağlıyor. Bu da haliyle kanalınızın tanılırlığını ve izleyici sayısının, abonelerinizin artmasını sağlıyor. Peki benim yorumlarım niye kapalı?
Çocuk cerrahının seyir defterinde biraz sohbet edelim istedim. 
Pandemi dönemiydi…
Di’li geçmiş zaman kullanmalı mıyım bilemedim. Sonuçta Covid salgını hala var, gerçi bu günlerde RSV ve Inflüenza virüslerinin neden olduğu solunum yolları hastalıkları çok daha fazla ön planda.
Sokağa çıkma yasakları, sadece gerçek acil hastaların hastaneye kabul edilmeleri gibi nedenlerden bir çok insan sağlık hizmetine ulaşmakta zorluk çekti. Kafalarda oluşan sorulara internet ortamında cevap aranmaya başlandı. İşte tam da bu süreçte, pandemi döneminde hastalarımdan çok istek geldi. Sağlık konularıyla ilgili konularda doktor olmayan kişiler bile videolar çekmeye başlamıştı. Malesef internet ortamındaki bu bilgiler hiç değerlendirilmiyor, kontrol edilemiyor, çok yanlışlıklar içerebiliyor veya çok yetersiz kalabiliyor.
Pandemi döneminde, hazır sadece acil hizmeti verirken, bekleyebilecek ameliyatları ertelemişken, bana yapılan bu istek çok makul geldi. Sadece bilgi vermek amaçlı, çok da uzun olmayan, mümkün olduğunca 10 dakinanın altında kalacak videolar çekip, ayda bir yayınlamaya başladım. Elimden geldiği kadar kaynaklarını da veriyorum. Tekrar ediyorum, sadece bilgi vermek amaçlı yapılan bir işlem. Farkındaysanız reklam almak gibi aksiyonlarda da bulunmuyorum. Sonuçta bu kanal para kazanmak veya reklam almak için değil, sadece bilgi vermek amaçlı.
İlk başlarda yorumlar açıktı. Önce tek tük kişisel sorular gelmeye başladı. Elimden geldikçe cevaplamaya çalıştım. Ama inanılmaz bir boyuta ulaştı. Fotoğraf gönderenler, ne yapalım diyenler, diğer doktor arkadaşlarımın verdikleri tedavileri, önerdikleri ameliyatları bana danışanlar… En acayip olanı da mesela çocuğunun hasta olan bir yerinin fotoğrafını çekip yollayıp ne yapalım, ne sürelim, hangi ilacı uygulayalım diye soranlar. Yani benim be sorulara cevap vermem mümkün değil. Bir kere kanunen olmaz. Yanlış bir tedavi verirsem bunun sorumluluğu nasıl olacak? Ya da bir başka doktor meslektaşımın hastayı görüp verdiği bir tedaviyi ben sadece fotoğrafa bakarak eliştirebilir miyim? Etik olur mu?
Önce yorumlara cevap vermemeye başladım. Bu sefer çok komik serzenişler gelmeye başladı. Mesela anlattığım konuyla alakasız bir hastalık için çocuğunun ultrason sonucunu bana gönderen bir anne. Ben cevap yazmayınca “doktor bey size ultrason atmıştım bana cevap yazmadınız” gibi bir mesaj yazabiliyor. Ya da soru işareti, ünlem göndererek taciz ediyor. Yahu ben cevap yazmak zorunda mıyım? Görmediğim bir hastanın sorumluluğunu nasıl alabilirim?
Bir de sünnet videosuna gelen yorumlardan bahsedeyim.
Ne kadar çok sünnet karşıtı insan varmış meğer? Ve bu insanlar kendilerinde, kendileri gibi düşünmeyen insanlara saldırma hakkı olduğunu düşünüyorlar.
Biliyorsunuz Erkek Sünnetinin Öyküsü diye bir kitabım var. Ne kitap içerisinde ne de çektiğim videolarda, yazdığım yazılarda bir sefer bile her erkeğin sünnet olması gerektiğini belirtmedim. Son derece objektif bir şekilde artı ve eksilerini anlattım. Tercih sizlere kalmış. Benim düşüncelerim çok net olarak yazılı ve anlatılmış durumda. Evet ben sünnet yapıyorum. Bu işlem hep yapılacak. Ben yapmazsam, biz çocuk cerrahları, biz doktorlar yapmazsak merdiven altında yapılmaya başlanacak. Böyle bir durum olursa işlemle ilgili görülebilecek problemler de haliyle daha sıklıkta olacak. Ama bu aktivistler böyle saldırgan tutumlarıyla hem belki de haklıyken haksız duruma düşüyorlar, hem de çok kırıcı oluyorlar. Üstelik benim bu konuya verdiğim önemin, zamanın, araştırmaların yüzde birini yapmadan beni eleştirmeye kalkarak komik duruma düşüyorlar. Yazdıkları yazılardan kitabımı okumadıkları, videolarımı seyretmedikleri de çok net anlaşılıyor.  
Ben de yorumları tamamen kapatma kararı aldım. İnstagram hesabımdan gelen mesajlaşma isteklerini de okumuyorum. Dolayısıyla cevap da yazmıyorum.
Bu durumun kötülüğü şu oldu, bana gelen etkileşimlerle sizlerin isiteği doğrultusunda videolar çekiyordum. Artık o etkileşim daha az oluyor. Ama yine de bir şekilde ulaşanların görüşlerini ciddiye alacağımdan emin olabilirsiniz.
Evet hafif dertleşme yaptığımız, sohbetli bir seyir oldu. Gelecek seyrimizde göbek ile ilgili bilgiler vereceğim. Amacım doğru bilgiye ulaşmanızı sağlamak. Her şey çocuklar için.
Mutlu kalın.

Videoyu izlemek isterseniz tıklayabilirsiniz.

Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Aralık 2022
Kasım 2022
Evcil hayvan beslemenin toplum içerisindeki önemini her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Kan basıncını düşürdüğü, kolesterol seviyelerini düşürdüğü, yanlızlık hissini azalttığı, ayrıca egzersiz ve sosyalleşme gibi aktiviteleri arttırdığı artık ıspatlanmış durumda. Ama bunun yanında bazı rahatsızlıklıklardan haberdar olmamız ve hayvan beslemenin getirdiği sorumlulukları bilerek, yerine getirerek hareket etmemiz gerekiyor. Sizlerin isteği doğrultusunda, geçen seyirde söz verdiğim gibi, Çocuk Cerrahının Seyir Defterinde “kedi tırmığı hastalığı” olarak adlandırdığımız bir rahatsızlıktan bahsedeceğim.
İyi seyirler.
Kedi tırmığı hastalığı kedilerde bulunan bir bakteriden kaynaklanan infeksiyon aslında. Bu hastalığı oluşturan bakteri kedilerde bir hastalığa neden olmuyor. Yani kedi tamamen normal görünüyor. Ama sizi tırmalığınıda, ısırdığında, gözünüzü, ağzınızı veya yaralı cildinizi yaladığında bu bakteri size geçebiliyor. Hastaların %80 kadarını 2-14 yaş arası çocuklar oluşturuyor.
Size kötü bir haber, hepimiz yavru kedi severiz ama daha çok yavru kedilerden bulaşıyor. Çünkü yavru kedilerde kanda bulunma olasılığı daha yüksek.
Bir başka bulaştırma ajanı ise enfeksiyonlu kedilerde bulunan pireler.
Peki ne oluyor?
Eğer infeksiyonlu bir kediyse 3-10 gün içerisinde yaralanmış bölgede küçük bir yumrucuk, sivilce gibi bir lezyon oluşuyor. Ateş, başağrısı, yorgunluk gibi şikayetler ortaya çıkıyor. Ortalama iki hafta kadar sonra tipik olarak yine o bölgeye ait lenf nodlarında şişlik oluşmaya başlıyor. Hani boğaz enfeksiyonu geçirirken boğazımızda küçük, bilye gibi bezeler oluşur ya, onlara lenf bezesi, lenf nodu diyoruz. En çok  da baş boyun ve koltuk altındaki lenf bezelerinde şişlik oluşuyor. Bu şişlikler genelde ağrılı oluyorlar, üzerindeki cilt kırmızı renkte oluyor ve %10-15 kadarında abseleşme olabiliyor. Kedi tırmığı hastalığının neden olduğu lenf bezesi şişlikleri genellikle 1-4 ay içerisinde yavaş yavaş kaybolup gidiyor.
Evet, %85-90 kaybolup gidiyor ama bazen, lenf bezesi şişliğinden 1-6 hafta sonra karaciğer, dalak, gözler, kemikler veya merkezi sinir sistemi de işin içerisine girebiliyor. Böyle durumlarda hayatı tehdit edebilecek bir rahatsızlığa dönüşebiliyor. Gözlerde akıntı, kızarıklık, görme kaybı, bilinç bulanıklığı, oryantasyon bozukluğu, sara nöbetleri, koma ve felç gibi bulgular oluşabiliyor. Özellikle diz, el bileği ve dirsek eklemlerinde artrit, kas ağrısı gibi bulgular ortaya çıkabiliyor.
Genellikle hastanın sorgulanması esnasında daha önce bir kedi tırmalaması hadisesi olduğunu öğrenebiliyoruz. Bazı kan testleri ve görüntüleme yöntemleri ile tanımızı doğruluyoruz. Tipik bulgular varsa lenf bezelerinden biyopsi almaya gerek duymuyoruz. Ama 2-5 gün içerisinde sistemik şikayetlerde gerileme olmaya başlamadıysa, veya lenfoma, tüberküloz gibi başka hastalıklardan şüphe ediyorsak biyopsi alarak gerekli değerlendirmeleri yapıyoruz.
Kedi tırmığı hastalığı bulunan herkese mutlaka antibiyotik tedavisine başlıyoruz. Antibiyotik tedavisi almadan da hastalığın gerileyebileceğini bilmemize rağmen, antibiyotik süreyi kısaltıyor, sistemik hastalık oluşmasını engelleyebiliyor.
En iyi tedavi her zamanki gibi korunmak.
Özellikle tırmalama riski olan kedilerden uzak durmak, kedilerle oynadıktan sonra elleri yıkamak, pire temziliğine önem vermek ve kedi ısırığı-tırmalaması olursa bölgeyi sabun ve bol su ile güzelce yıkamak gerekiyor.
Kedilerden bulaşabilecek hastalıklardan korunmak için kedi sevmeyin demiyorum. Bu zevkten mahrum etmemek lazım kendimizi de, çocuklarımızı da. Ama bazı kurallara uyarak hareket etmeliyiz. Aslında bunlar çok basit:
Düzenli veteriner kontrolü
Düzenli aşılama
Düzenli pire ve kene gibi dış parazit kontrolü ve aşılaması
Düzgün mamayla besleme (çiğ et, çiğ yumurta, çöp, dışkı yemelerine izin vermemek lazım)
Kedinin tırnaklarının düzenli kesilmesi
Kedi kumu, çöpü temizliğinin ardından ellerin güzel yıkanması
Kedi mamaları ile insan yemeklerinin aynı yerde saklamamak
Evet, bir seyrimizin daha sonuna geldik. Anlattıklarımı seyretmek isterseniz lütfen tıklayın.
Bol bol evcil hayvan sevin ve mutlu kalın. Unutmayın aslında onlar insanlardan daha az zararlı.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Kasım 2022
Ekim 2022
Gandhi “Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir” diyor. Çevrede o kadar çok bakımsız, evden atılmış köpek veya kedi var ki. Ve bu hayvancıklar o kadar korunmasız, aciz ve zavallı durumdalar ki…. Malesef bazen istemeden de olsa insanlara zarar verebiliyorlar.
Çocuk cerrahının seyir defterinde size kedi ve köpek ısırmalarını, ne yapmak gerektiğini ve nasıl korunabileceğimizi anlatacağım. Ama önce günümüzde adaletten iyice uzaklaşan ülkemizde, Hz. Ali’nin bir sözünü hatırlatayım: “Yırtıcı ve obur bir hayvan, adaletten uzak bir hakimden iyidir.”
İstatistiklere göre Kuzey Amerika’da senede 2-5 milyon hayvan ısırığı vakası olduğunu, yıllık acile başvuruların %1’inin bu nedenden kaynaklandığını biliyor muydunuz?
Isırık olgularının %90’ı da köpek ısırıkları, ve en çok görülen kurbanlar da çocuklar; özellikle 5-9 yaş arası erkek çocukları. Geri kalan ısırık yaralanmalarında ise sorumlu olan hayvan kedi. Ama kurban bu sefer çocuklar değil, tahmin edebileceğimiz üzere, erişkin kadınlar.
Burada hemen kedi köperk ısırıkları arasındaki önemli bir farkı vurgulayayım.
Kedi ısırıklarından sonra enfeksiyon gelişme sıklığı köpek ısırıklarına göre çok daha yüksek. Köpek ısırıklarında sadece %7 kadar enfeksiyon görülürken, kedi ısırıklarında bu oran neredeyse yarı yarıya. Ancak hangi hayvan ısırırsa ısırsın bağışıklık sisteminin düşük olması, el- ayak ısırıkları, ameliyatlı veya hastalıklı bölgelerin ısırıkları, derin delikli veya ezilmeli ısırıklarda ve geç doktora başvurma durumlarında enfeksiyon riski artıyor.
Köpek ısırıkları küçük çocuklarda daha çok baş boyun bölgesinde olurken, daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde uzuvlar ısırılıyor.  Kedi ısırıkları ise daha çok ellerde görülüyor ve kedilerin dişleri ince, sivri, ve uzun olduğundan daha derinlere girip ciddi enfeksiyonlara neden olabiliyor.
Köpek ısırıklarından 24 saat kadar sonra enfeksiyon bulguları ortaya çıkabilirken, kedi ısırıklarından sonra enfeksiyon 12 saat kadar daha kısa sürede ortaya çıkabiliyor. Bu enfeksiyonlar selülit gibi yüzeyel enfeksiyonlar veya eklemlerin, kemiklerin, tendonların da işin içerisine girdiği derin enfeksiyonlar şeklinde olabiliyor.
Enfeksiyon geliştiğini hemen anlayabilirsiniz. Ağrının şiddeti gittikçe artmaya başlar, ateş gibi sistemik enfeksiyon bulguları ortaya çıkar, yaranın çevresindeki kızarıklık, şişlik iyice artar, hatta cilt altında hava oluşabilmesi nedeniyle üzerine bastığınızda çıtır çıtır sesler hissedilebilir.
Bu anlattığım bulgularla hastamız geldiyse önce yaradan kültür için örnekleme alıyoruz. Enfeksiyon düşünmüyorsak ısırık yaralanmalarında rutin kültüre gerek yok. İçeride diş gibi yabancı cisimlerin kaldığını düşünmüyorsak ve eklemlere, kemiklere zarar verebilecek derin ve ezici ısırık yoksa görüntüleme de yapmaya gerek duymuyoruz.
Kedi köpek ısırıklarında ne yapmak gerekiyor?
Sizin yapmanız gereken mümkünse mutlaka su ve sabunla bolca yarayı yıkamak, varsa betadin gibi antiseptik bir solusyon sürmek. Kanama varsa üzerine bası uygulayarak kanamayı durdurmak. Sonra en yakın hastaneye gitmeniz gerekiyor ki bizler pansumanını yapalım.
Genelde yüzeyel bir yaraysa belki çok açık yırtıkları dikişle yaklaştırabiliyoruz ama özellikle derin ısırıklarda, kedi ısırıklarında, el-ayak ısırıklarında, yani enfeksiyon gelişmesi çok daha yüksek durumlarda dokunun kendi kendine iyileşmesini tercih ediyoruz. Ama yüz ısırıklarında her durumda dikiş atmak gerekebiliyor.
Biz bütün hastalarımıza mutlaka antibiyotik başlıyoruz. Gerçi yapılan bir çalışmada koruyucu antibiyotiğin sadece el ısırıklarında işe yaradığı ortaya çıkmış ama genel yaklaşım tüm ısırıklara vermek yönünde.
Doktora görünmenizin bir diğer nedeni de aşı olmanız. Isırık yaralanmaları tetanoza neden olabilir. Her hastaya mutlaka tetanoz aşısı yapıyoruz. Bilinen bir hayvan tarafından yapılan yüzeyel ısırıklarda, eğer hayvan elinizin altındaysa, su ve sabunla güzel yıkadıysanız kuduz aşısı beklenebilir. Ama aksi durumlarda mutlaka kuduz aşısı da yapmak gerekiyor. Zaten doktorunuz sizi yönlendirecektir.
Bir de herşey bittikten sonra unutmamanız gereken çok önemli bir konu, çocuğunuzda post-travmatik stres gelişebileceği. Gerekli yardımı mutlaka aldırmalısınız.
En güzeli hiç ısırılmamak. Ne yapmak gerekli? Yıllardır hayvanlarla iç içe birisi olarak size saldırmaya kalkan bir köpekle karşılaşırsanız yapmanız gerekenlerle ilgili bir kaç tüyo vereyim.
Köpekler harekete duyarlıdırlar ve hepsinde bir kovalama içgüdüsü vardır. Onun için panik olmayın ve koşmayın. Zaten köpekten hızlı koşamazsınız. Hareketsiz durun, mümkünse yan durun, ve göz kontağı kurmayın. Elinizde su şişesi gibi bir obje varsa başka bir yere atın ilgisini dağıtın. Elinizde çantanız varsa yere köpekle aranıza koyun, bariyer olarak algılar. Havlamaya devam ediyorsa bağırmadan, gür bir ses tonuyla “hayır”, “çekil” gibi emirler verin.
Ne yaparsanız yapın hırlayarak saldırdıysa en az yaralanmaya neden olmaya çalışacaksınız. Kaçamazsınız. Yüksek bir yere tırmanabilirsiniz. Parmaklarınız korumak için ellerinizi yumruk yapacaksınız. Burnuna, ensesine, boğazına vurmaya çaışabilirsiniz. Çığlık atıp yardım isteyeceksiniz. Boynunuzu ve yüzünüzü mutlaka korumalısınız. Küçük köpekse üzerine ağırlığınızı verip boynuna bastırmaya çalışabilirsiniz.
Bu söylediklerim sizler içindi. Çocuğunuza havlayıp koşan bir köpek görürseniz sadece koşmamasını, korkmamasını söyleyebilirsiniz.
En iyisi tanımadık köpekleri dost yanlısı olduklarından emin olmadan sevmeyin. Sahipli iseler mutlaka önce sahiplerinden izin alın. Yemek yiyen veya uyuyan bir köpeği sevmeye çalışmayın.
Ama kuyruğunu sallayarak size gelmiş, önünüze yatarak veya göbeğini açarak size kendini beğendirmeye çalışan bir köpeği sevgisiz bırakmayın.
Unutmayın sevgi paylaştıkça çoğalır. Hem size, hem de ona iyi gelir.
Bir sonraki seyirde kedi tırmığı hastalığından bahsedeceğim.
Youtube videosundan izlemek isterseniz lütfen tıklayın. Bizi instagramdan takip edin.
Ve mutlu kalın.
Prof. Dr. Egemen Eroğlu
Ekim 2022
Kategoriler